13 Nisan 2012 Cuma

OKUL VE AİLE İLİŞKİLERİ

Çocukların büyümesinde, gelişmesinde ve eğitilmesinde en büyük sorumluluğu aileler üstlenir. Bu sorumluluğu belli dönemlerde bazı kişi ve kurumlar ile paylaşırlar. Çocuklarını okula gönderdiklerinde, bu sorumluluğu eğitim kurumları ile paylaşırlar.
Çocuklara sunulan öğrenme ortamları ne kadar iyi hazırlanmış olursa olsun aileler tarafından desteklenmediği sürece istenildiği ölçüde etkili olmamakt...adır. Aile ve okul, çocuğu aynı doğrultuda ve aynı zamanda desteklediklerinde gelişimleri çok daha sağlıklı olur.
Aile katılımı; anne-babaların eğitim kurumuna devam eden çocuklarının gelişimlerine ve eğitimlerine katkıda bulunmaları için organize edilmiş etkinliklerin bütünüdür. Bu etkinliklerin tümü, velinin çocuğunun eğitimi ve gelişimindeki rolüne destek olmayı amaçlar. Okulda verilen eğitimin evde, evde verilen eğitimin okulda desteklenmesi, bir devamlılığın söz konusu olması ve bu sayede hem okulda hem de evde çocuğun istendik davranış değişikliklerine güvenli ve kontrollü bir biçimde ulaşması ana amaçtır.
Eğitimde bütünlüğü ve devamlılığı sağlamak aile katılımı ile mümkün olacaktır. Aile katılımını destekleyen programlarda yetişen çocukların gelişimindeki olumlu etkilerin, kalıcı olduğu araştırmalar tarafından ortaya koyulmuştur.

Olumlu Okul-Veli İlişkileri Nelerdir?
“Okul-Veli ilişkileri” kavramı; veli ve okul arasındaki iki farklı iletişimi kapsar:
1. Etkin bilgi alışverişi: Aileler ve okul personeli arasında, her iki tarafı da ilgilendiren konularda açık fikir paylaşımının olmasıdır. Açık fikir paylaşımıyla, veliler ve okul personeli kendilerini eğitim konusunda birlikte çalışan, ortak hedefe ulaşmak için birbirine destek olan ortaklar olarak görecektir.
Bilgi Alışverişini Sağlamak İçin:
Ev Ziyaretleri: Okul personeli ailelerin evlerini ziyaret ederek, okul hizmetleri ve aile katılım programları hakkında bilgi vermelidir. Özellikle ziyaret edilecek evler geniş bir sahaya yayıldığı ve personelin bütün aileleri evlerinde ziyaret edemeyeceği durumlarda, telefon görüşmeleri de aynı amaçla kullanılabilir. Ancak, ev ziyaretleri sık yapılamasa da tercih edilmelidir.
Veli Anketi: Veli anketi, velilerin merak ettikleri ve çocuklarının eğitimiyle ilgili düşünceleri hakkında bilgi toplamak için iyi bir yöntemdir. Daha belirgin olarak anketinin amacı:
• Veli eğitimi konusunda, velilerin hangi alanlarda yoğunlaşmak istediklerini tespit etmek,
• Velilerin çocuklarının gelişimlerine yardımcı olurken yaşadıkları problemleri netleştirmek,
• Öğretmenlerden ve müfredattan memnuniyeti ölçmek,
• Hangi okul-veli iletişim şeklinin daha etkili olduğunu bulmak ve velilerden iyileştirme için fikir almaktır.
Veli Kırmızı Hattı: Okullar; velilerin danışman, öğretmen gibi bir okul temsilcisine doğrudan ulaşabilecekleri bir telefon hattı kurabilirler. Veliler herhangi bir problemle ilgili konuşmak istedikleri zaman arayabilecekleri ve temsilcinin çözüm için yardım edebileceği bir hat olmalıdır.
Okuldan Yazılı Bilgilendirmeler: Okuldaki özel bir durumla ilgili veya yaklaşan bir toplantıyı haber vermek üzere, “Veli El İlanları” kullanılabilir. El ilanları aynı zamanda okulun etrafındaki ilan tahtalarına, veli odasına ve velilerin sık sık gittikleri yerlere asılabilir.
Velilere düzenli olarak bilgi vermek üzere bültenler hazırlanabilir. Bültenler yaklaşan olayların ve buluşmaların takvimini içerebilir. Çocukların da resim, yazı gibi bazı katkıları olabilir.
Veli El Kitabı: Yıllık olarak hazırlanıp bütün velilere dağıtılabilir. Okulun tarihçesini, velilerin okulla iletişime geçebilecekleri telefon numaralarını, eğitimle ilgili bazı önemli noktaları anlatan yazıları içerebilir.
2. Kişiler arası ilişkiler: Veli ve okul personeli arasında yüz yüze ilişki kurulmasıdır. Olumlu ilişkiler; velilerin ve okul personelin birbirlerini kişisel anlamda tanımalarını, okulla ilgili konularda birlikte çalıştıkları sürece rahat ve samimi olabilmelerini beraberinde getirir. Bu, veliler ve okuldaki insanların hepsinin yakın arkadaş olmaları gerektiği anlamana gelmez. Amaç, velilerin ve okul personelinin yanlış anlaşılma ve çatışmalara neden olma korkusu olmaksızın düşüncelerini paylaşabilmeleridir.
Veli ve okul personeli farklı ekonomik ve kültürel çevrelerdense, kişiler arası ilişkiler zor kurulabilir. Bu gibi durumlarda birçok veli, okul gibi büyük bir kamu kuruluşuyla iletişim kurmaktan rahatsız olurken, öğretmenler bunu velilerin ilgisizliği olarak yorumlayabilirler.
Kişilerarası İlişkileri Geliştirmek için:
Öğlen ve Akşam Yemekleri: Veliler ve okul personelinin birlikte yiyeceği bir yemek ilgi çeker ve bu yemek iletişime geçmek için bir şans sağlar.
Veli-Personel Gezileri: Birlikte yapılacak geziler hem veli eğitimi sağlar hem de velilerin birbirini ve okul personelini tanımasına yardımcı olur.
Çok Amaçlı Etkinlikler: Velilerle bilgi paylaşmak üzere düzenlenmiş bir etkinlik aynı zamanda sohbet etme ve sosyalleşme imkanı sağlar.
Olumlu Okul-Veli İlişkileri Kurmak İçin:
• Bütün velilere ulaşmaya çalışmak önemlidir.
• Yöntem iki taraflı olmalıdır- veli de okula ulaşabilmelidir.
• Ailelerin katılımını desteklemek, etkinlikleri geliştirmek ve katılım sürecini kolaylaştırmak önemlidir.

ÇOCUKTA RUH SAĞLIĞI

Bu yazıyla ilgilenip okuduğunuza göre bir yetişkin olmalısınız. Çocuğunuza sevginizi göstermenin ya da ona yardımcı olacak en iyi yolu bulmanın zor olduğu zamanlar vardır. Çocuğunuz sizi şaşırtan, canınızı sıkan ya da çok korkutan davranışlar gösteriyor olabilir. Bu tür davranışların bir bölümü, gelişme ve büyümenin normal sonuçları olabilir. Eğer çocukların ruh sağlığı hakkında daha çok şey öğren...mek istiyorsanız bu yazıyı okumaya devam edin.
Ruh Sağlığı Ne Demektir?
Ruh sağlığı, yaşam olayları karşısında neler düşündüğümüz, neler hissettiğimiz ve nasıl davrandığımızdır. Ruh sağlığı, kendimize, yaşamımıza ve tanıdığımız ve ilgilendiğimiz insanlara nasıl baktığımızdır. Ayrıca ruh sağlığı, zorlanma karşısındaki davranışlarımızı, insanlarla kurduğumuz ilişkileri, tercihlerimizi ve seçimlerimizi belirler. Yaşamın her döneminde fiziksel sağlık kadar ruh sağlığı da önemlidir.
Ruh Sağlığı Problemleri
Bir çocuğun ateşinin yükseldiği kolayca anlaşılabilir, fakat ruh sağlığının bozulduğunu anlamak daha zordur. Çünkü ruh sağlığı ile ilgili problemler her zaman gözle görülmeyebilir ama belirtilerini anlamak mümkündür.
Ruh sağlığı problemleri teşhis edilebilmektedir. Ruh sağlığı uzmanları belirtilerle ilgili bilgileri toplamakta ve incelemektedirler. Depresyon ve kaygı ile uyum, yeme bozuklukları ve dikkat eksikliği/hiperaktivite ruh sağlığı problemlerinden bazılarıdır.
Ruh sağlığı problemleri, her beş çocuktan birinde herhangi bir zamanda ortaya çıkabilir.
Ne yazık ki, ruh sağlığı bozulan çocukların tahminen üçte ikisi ihtiyaçları olan yardımı almamaktadır.
Pek çok çocuk ve ergen, kısa süreli bir tedavi görerek atlatabilecekleri ve ciddi bir ruh sağlığı problemine dönüşmeyebilen duygusal zorlanma dönemleri yaşarlar. Örneğin, sevilen birinin kaybı, aile ilişkilerinde bir değişme bu tür problemlere yol açabilir.
Bir çocuğun ruh sağlığı zihinsel kapasitesi ile ilişkili değildir. Ruh sağlığı sorunları olmayan çocuklarınki gibi ruh sağlığı sorunları olan çocukların da zeka düzeyleri düşükten (zihinsel gerilik) yükseğe kadar değişebilir.
Özel eğitim, fiziksel sağlık sorunları olan öğrencilerin ihtiyacı olduğu kadar çeşitli ruh sağlığı sorunları olan çocukların ve ergenlerin de özel ihtiyaçlarını karşılamaya yardım eden okulların destek hizmetlerinden biridir. Özel eğitim alan herkesin ruh sağlığı sorunu olması gerekmediği gibi, ruh sağlığı sorunu olan her çocuk ve ergenin de özel eğitim alması gerekmemektedir.

Ciddi Duygusal Rahatsızlıklar
Çocuklar ve ergenler için “ciddi duygusal rahatsızlıklar” deyimi, günlük yaşamı ve evde, okulda ya da toplum içindeki işlevleri ciddi bir şekilde engelleyen rahatsızlıklar için kullanılır. Ciddi duygusal rahatsızlık her 20 gençten birinde herhangi bir zamanda ortaya çıkabilir.
Bu tür ruh sağlığı sorunları, yardım edilmezse, okulda başarısızlığa, alkol ya da ilaç kullanımına, aile ile çatışmaya, şiddete ve hatta intihara yol açabilir.
Nedenler
Küçük çocukların ruh sağlığı sorunlarının temelindeki nedenlerin hepsini bilmiyoruz. Bu sorunların hem çevre hem de biyolojik yapıyla ilgili olduklarını biliyoruz. Biyolojik nedenler içinde, kalıtım, kimyasal dengesizlik ve merkezi sinir sisteminin zarar görmesi sayılabilir. Tıp uzmanları bunlara nörobiyolojik beyin bozuklukları demektedirler.
Pek çok çevresel faktör çocukları tehlikeye sokabilir. Örneğin, şiddete, istismara, ihmale, ölüm ya da boşanma nedeniyle sevilen birinin kaybına ya da bozuk ilişkilere maruz kalan çocuklar için ruh sağlığı bozulma riski daha fazladır. Diğer risk faktörleri, ırk, cinsel yönelim, din ya da yoksulluk nedeniyle reddedilmeyi içerir.
Vazgeçmeyin
Çocuğunuz için doğru yardımı buluncaya kadar aramayı sürdürmeniz önemlidir. Bazı çocukların ve ailelerin psikolojik danışmaya ya da desteğe ihtiyaçları vardır. Diğerlerinin de tıbbi bakıma, ev bakımına, ayakta tedaviye, eğitim hizmetlerine, yasal yardıma, hakların korunmasına, yer değiştirmeye ya da danışmanlığa ihtiyaçları olabilir.
Bazı aileler, başkalarının ne söyleyeceğinden ya da ne düşüneceğinden korkarak yardım aramazlar. Bakımın maliyeti, sınırlı sigorta hakları ya da hiç bir sağlık sigortasının olmaması gibi başka engeller de çıkabilir. Bunlar aileniz için gerçek sorunlar olabilir ama tedavi gereklidir. Bazı ruh sağlığı yardım kurumları ya da toplum ruh sağlığı merkezleri, ailenin ödeme gücüne göre ücretleri ayarlayabilmektedirler.
Yardım arama sizin çok sabırlı ve ısrarlı olmanızı gerektirebilir.
Çocuğunuzun Ruh Sağlığının Korunması
Ana-baba olarak çocuğunuzun fiziksel güvenliğinden ve duygusal rahatlığından sorumlusunuz. Bir çocuğu büyütmenin tek bir doğru yolu yoktur. Ana-babalık tarzları değişir fakat çocuğunuz için yapılması gerekenler aynıdır. Aşağıdaki önerilerde eksiklik olabilir. Gelişim dönemleri, yapıcı problem çözme, disiplin tarzları ve diğer ana-babalık becerilerine ilişkin kütüphanelerde ve kitapçılarda yararlı kitaplar bulabilirsiniz.
Besleyici gıdalar, düzenli sağlık kontrolleri, aşı ve sporun yanısıra, çocuğunuza güvenli bir ev ve çevre sağlamak için elinizden geleni yapın. Çocuk gelişim dönemlerini öğrenin, böylece çocuğunuzun yapabileceğinden azını ya da fazlasını beklemeyin.
Çocuğunuzu duygularını ifade etmeye teşvik edin ve duygularına saygı gösterin. Çocuğunuza herkesin acı, korku, öfke ve kaygı yaşadığını anlatın. Bu duygularının kaynaklarını öğrenmeye çalışın. Çocuğunuzun öfkesini olumlu bir şekilde, şiddete başvurmadan göstermesine yardım edin.
Aranızdaki saygı ve güveni geliştirin. Anlaşamadığınızda bile sesinizi yükseltmeyin. İletişim kanallarını açık tutun.
Çocuğunuzu dinleyin. Çocuğunuzun anlayabileceği kelimeler ve örnekler kullanın. Onu soru sormaya teşvik edin. Rahatlık ve güven verin. Dürüst olun. Olumluluklar üzerinde durun. Her konuda konuşmaya istekli olduğunuzu gösterin.
Kendi problem çözme ve baş etme becerilerinize bakın. İyi bir örnek misiniz? Eğer çocuğunuzun duygularından ve davranışlarından bunaldıysanız ya da kendi engellenmelerinizi ya da öfkenizi kontrol edemiyorsanız yardım arayın.
Çocuğunuzun yeteneklerine destek olun, sınırlılıklarını kabul edin. Hedefleri başka birinin beklentilerine göre değil çocuğunuzun yeteneklerine ve ilgilerine göre oluşturun. Başarılarını kutlayın. Çocuğunuzun yeteneklerini başka çocuklarınkilerle kıyaslamayın. Çocuğunuzu tek başına değerlendirin. Çocuğunuzla birlikte olmak için düzenli olarak zaman ayırın.
Çocuğunuzun bağımsızlığını destekleyin ve kendilik değerini artırmasına yardım edin. Yaşamın iniş çıkışlarında çocuğunuzun yanında olun. Çocuğunuzun problemlerin üstesinden gelebileceğine ve yeni yaşantılarla baş edebileceğine güvendiğinizi gösterin.
Yapıcı, açık ve tutarlı bir disiplin uygulayın (Disiplin fiziksel ceza değildir, disiplin bir öğretim şeklidir). Bütün çocuklar ve aileler farklıdır; çocuğunuz için hangi yolun daha etkili olduğunu öğrenin. Olumlu davranışlarını onaylayın. Çocuğunuzun hatalarından ders almasına yardım edin.
Koşulsuz sevin. Özür dileme, işbirliği, sabır, bağışlama ve başkalarıyla ilgilenmenin önemini öğretin.
Uyarı Niteliğindeki Belirtileri Tanıyın
Çeşitli uyarılar, bir çocuğun ya da ergenin muhtemel ruh sağlığı problemine işaret ediyor olabilir. Bu uyarı niteliğindeki işaretlerin bir bölümü aşağıda verilmektedir.
Çocuğunuzun şu belirtileri gösterip göstermediğine dikkat edin
Duygularla ilgili güçlükler
• Makul bir neden olmadan üzülme ve çaresizlik duyma ve bu duygulardan kurtulamama.
• Çoğu zaman yoğun öfkeli olma, ağlama ya da aşırı tepkide bulunma.
• Değersizlik ya da suçluluk duyguları gösterme.
• Başka çocuklardan daha fazla endişeli ya da kaygılı olma.
• Bir ölümün ya da kaybın ardından çok uzamış bir yas tutma.
• Aşırı derecede korkulu olma. Açıklanamayan korkular duyma ya da diğer çocuklardan daha fazla korku duyma.
• Fiziksel sorunlarla ya da görünümle sürekli ilgilenme.
• Zihnini kontrol edememekten ya da zihninin başkaları tarafından kontrol edildiğinden korkma.
Büyük değişimler
• Okul durumunda kötüleşme.
• Genellikle zevk aldığı şeylere ilgisini kaybetme.
• Uyuma ve yeme alışkanlıklarında açıklanamayan değişmeler gösterme.
• Arkadaşlarından ya da ailesinden uzaklaşma ve hep yalnız kalmayı isteme.
• Çok fazla hayal kurma.
• Yaşamı başedemeyecek kadar zor bulma ve intihardan söz etme.
• Açıklanamayan sesler duyma.
Sınırlılıklar
• Kendini verememe, karar vermede zorlanma.
• Yerinde oturamama, dikkati toplayamama.
• Zarar görmekten, başkalarını incitmekten, “kötü” bir şey yapmaktan korkma.
• Gün içinde defalarca yıkanma ve eşyaları temizleme ihtiyacı duyma ya da belirli davranışları tekrarlama.
• Çok hızlı seyreden düşüncelerden kurtulamama.
• Tekrarlanan kabuslar görme.
Sorun yaratan davranışlar
• Alkol ya da ilaç kullanma.
• Çok miktarda yeme ve sonra kusmaya çalışma, müshil ilaçlarını kötüye kullanma ya da kilo almaktan kaçınmak için lavman kullanma.
• Uygun kiloda olmasına karşın takıntılı bir şekilde spor yapmayı ya da diet uygulamayı sürdürme.
• Başkalarına ve eşyalarına sık sık zarar verme ya da yasaları ihlal etme.
• Yaşamı tehlikeye sokacak şeyler yapma.
Hemen Yardım Arayın
Eğer çocuğunuz bu belirtilerden birini gösteriyorsa ya da belirtiler ciddiyse, hemen bir yardım arayın. Doktorunuzla, okuldaki danışman-rehber öğretmenle ya da çocuğunuzun ruh sağlığı problemi olup olmadığını değerlendirebilecek bir ruh sağlığı uzmanıyla konuşun.
Her çocuğun ruh sağlığı önemlidir.
Pek çok çocuğun ruh sağlığı problemleri vardır.
Bu problemler gerçektir, acı vericidir ve ciddi olabilir.
Ruh sağlığı problemleri anlaşılabilir ve tedavi edilebilir.

AİLE ve OKUL ORTAMININÖZSAYGI GELİŞİMİNE ETKİLERİ

AİLE ve OKUL ORTAMININÖZSAYGI GELİŞİMİNE ETKİLERİ

Okul ve aile, sosyalleşmenin iki önemli aracıdır. Özellikle; çocuğun ilişkide bulunduğu aile üyeleri, öğretmenleri, sınıf arkadaşları ve akranları sosyalleşme sürecinin en önemli yapı taşlarıdır. Aile ve okul ortamı; sadece sosyalleşme sürecinde değil, bireyin belirli kişilik özelliklerinin gelişiminde de önemli bir etkendir. Örneğin; yapılan pek çok araştırmada bireyin özsaygısının gelişiminde, aile ve okul yaşantılarının ve bu yaşantıları algılayış biçiminin büyük bir önem taşıdığını görürüz. Ancak, bazı aile özellikleri, çocuğun zihinsel gelişimini ve okul başarısını etkilerken duygusal iyi halini ya da genel uyum düzeyini etkilemeyebilir. Örneğin; ailedeki akademik başarı yönelimi; çocuğun okulda başarılı olmak için çabalamasını sağlayabilir ama bu durum onun özsaygısının gelişimine doğrudan olumlu bir katkıda bulunmayabilir.

Özsaygı ise bireylerin yaşamının farklı yönlerini etkileyen bir kişilik değişkenidir ve sağlıklı bir kişilik gelişiminin önkoşulu olarak tanımlanabilir. Özsaygının düzeyi; kişinin düşündüğü, söylediği ve yaptığı her şeyi, dünyaya bakışını, diğer insanların ona bakışını, yaşamıyla ilgili yaptığı seçimleri, sevgi verme ve alma yeteneğini ve değiştirilmesi gerekenleri değiştirmek için harekete geçme gücünü etkiler.

Özsaygı, “bireyin kendini yetenekli, önemli, başarılı ve değerli olarak algılama derecesi” olarak da tanımlanabilir. Bir başka deyişle “özsaygı, kendimize karşı olan olumlu ve olumsuz tutumlarımız”dır. Özsaygı, bireylerin sosyal, duygusal, bilişsel ve akademik yaşamlarını etkiler. Sağlıklı bir kişiliğin ön koşulu olan öz saygı, kişinin; toplumun etkin ve katılımcı bir üyesi olmasında önemli rol oynar. Topluma etkin bir şekilde katılım kişisel başarı ve mutluluğu da beraberinde getirir. Yüksek özsaygı kişinin çevre ile ilişkilerinde daha etkili, hareketli ve güvenli olmasına neden olur.

Çocuğun özsaygısı, dört yolla geliştirilebilir:
1) Düşük özsaygının nedenlerinin belirlenmesi ve benlik için önemli olan yeterlilik alanlarının saptanması
2) Duygusal destek ve sosyal kabul.
3) Başarı.
4) Başetme .

Bireyin özsaygısının düşük olmasının nedenleri araştırılarak yapılacak müdahalelerde, özellikle kendisi için başarı ya da yetkinlik hissetmeye değer gördüğü ve önemli bulduğu alanlar tespit edilir. Böylece bu alanlarda kendini güçlendirebilmesi için desteklenmesi sağlanabilir. Duygusal destek ve diğerlerinden alacağı kabul sadece sosyal ilişkilerinde değil özsaygısının gelişiminde de güçlü bir etki yaratır. Çocukluk yıllarında aile bireylerinden ya da öğretmenlerinden göreceği destek ve kabul önemli iken ergenlikle beraber yaşıtlarından göreceği destek ve kabul daha fazla önem taşımaya başlar. Başarı da özsaygıyı etkiler çünkü bireyde kendi kendine yetebilme duygusunun gelişmesine olanak tanır. Ayrıca özsaygı, çocuğun bir problemle karşılaştığı ve kaçmak yerine başetmek için çabaladığı durumlarda da olumlu olarak etkilenir. Bu sayede, kendisini adil bir biçimde değerlendirmeye başlar ve bu değerlendirme kendinden kaynaklanan bir özkabul yaşamasını sağlar, özkabul de özsaygıyı destekler. Ancak diğer taraftan etkin olmayan özdeğerlendirmeler inkar, kaçma gibi bir takım mekanizmaları geliştirebilir. Bu da olumsuz bir benlik algılayışına ya da gerçeğin doğru değerlendirilemeyişine neden olur.

Yüksek özsaygı düzeylerinin gelişiminde aile ve ebeveyn tutumlarının etkilerini araştırmış ve bu araştırmasında yüksek özsaygılı çocuklara sahip ailelere ait üç tane değişken bulmuştur:
1) Kendileri yüksek düzeyde özsaygıya sahip ve çocuklarına karşı oldukça kabul edici ebeveynler,
2) Sınırları net bir biçimde tanımlamış ebeveynler,
3) Sınırlar koymalarına rağmen çocuklarının düşüncelerine ve haklarına saygı gösteren ebeveynler.
Yapılan çalışmalar; aile ilişkilerinin çocukların kaygı ve endişe düzeylerini de etkilediğini göstermiştir. Pek çok bilimsel çalışmada, kişisel gelişimi destekleyen, bağımsızlığı ve başarıyı yüreklendiren ailelerin çocuklarının daha atılgan ve kendi kendine yeten çocuklar olduğu gözlemlenmiştir. Aile içindeki ilişkiler sistemini önemseyen ailelerin çocuklarının, endişeden uzak ve daha hoşgörülü, güleryüzlü çocuklar olduğu bulgulanmıştır.

Çocukların okul yaşantılarının özsaygı düzeyine etkileri hakkında yapılan çalışmalarda sınıf içindeki etkinliklere katılımın, öğretmenin kullandığı yenilikçi tekniklerin ve kuralların netliğinin öğrencilerdeki memnuniyet duygusunu arttırdığı gözlemlenmiştir. Fazla rekabetçi, öğretmen merkezli ve öğretmenin desteğinin düşük olduğu sınıflarda ise devamsızlığın arttığı bulunmuştur. Bu çalışmalar göstermiştir ki öğrencilerin katılımının ve öğretmenin desteğinin yüksek olduğu sınıflarda öğrencilerin kendi kendilerini geliştirme arzuları daha yüksek olmaktadır. Aynı zamanda; katılım, grubun parçası hissetme ve yüksek öğretmen desteğinin yaşandığı sınıflarda bulunan çocukların daha pozitif bir benlik kavramına sahip oldukları da diğer bir önemli bulgudur.

Tüm bu çalışmalar göstermiştir ki, çocuğun kişiliği açısından, aile ve okul ortamının etkileri incelendiğinde hangi davranışın nasıl ortaya konduğu çok önem taşımaktadır. Özetle, çocuğumuz ve öğrencilerimizle “ne’yi nasıl yaptığımız” onun kişiliğine koyduğumuz temel taşların belirleyicisidir.

Uzman Psikolog Alican Kaya

14 Mart 2012 Çarşamba

Psikodrama


Psikodrama başka bir tanımla bir tür dramatizasyondan ya da başka bir ifade ile spontan tiyatrodan yararlanılarak gerçekleştirilen bir ruhsal geliştirme tedavi yaklaşımıdır. Ortada yazılı her hangi bir metin yoktur: bir spontan tiyatro sergileyerek izleyenleri eğlendirmek ya da eğitmek de amaç değildir. Sahnede görülen spontan tiyatro, gerek oyuncuların gerekse izleyenlerin ruhsal yönden gelişmelerini iyileşmelerini amaçlayan karmaşık bir sürecin, ancak su yüzündeki bölümüdür.(2) Psikodrama’da her şey mümkündür. Buradaki ‘’her şey’’ in altını çizmek isterim. Kişiler psikodrama sahnesine geçmiş de yaşadıkları bir takım olayları getirebilecekleri gibi geleceğe ilişkin hayallerini, rüyalarını, hatta deja-vu yaşantılarını ya da halüsinasyonlarını da getirebilirler. Ne tür olursa olsun, geçirdiğimiz bir iç yaşantıyı psikodrama sahnesinde tekrar yaşama şansımız vardır. Bir takım yaşantıların psikodrama sahnesinde tekrarlanması, iyileştirici / tedavi edici işleve sahiptir. Moreno’nun bu işlevle ilgili görüşü de ilginçtir. Ona göre ‘’İkinci kez yaşanan her gerçek, birinciden kurtuluştur.’’ Belki şöyle dersek daha belirgin olabilir; eğer bir gerçeği ikinci kez yaşarsak, bu gerçeği kontrolümüz altına alabiliriz. Yani ilk kez yaşadığımız bazı olaylar, bizi kontrollerine alabilir; fakat biz bu olayları Psikodrama sahnesinde ikinci kez yaşarsak, bu durumda biz onları kontrolümüz altına alırız. Bir çocuk, havlayarak kendisini korkutan bir köpeği yalnız kaldığında taklit ederek korkusunu hafifletmeye çalışır. Muhtemelen eski çağlarda ilkel insanlar da böyleydi; kendilerini korkutan doğa olaylarını ve hayvanların davranışlarını, dans ederek ya da benzeri yollarla tekrarlıyor, onlar karşısında duydukları kaygıyı denetim altına almaya çalışıyorlardı. Kuramsal bir takım temellere oturtulmuş, çeşitli tekniklerle bezenmiş Psikodrama’da ise, sistematik bir ‘’yeniden yaşama’’ etkinliği söz konusudur. Psikodrama yöneticilerinin organize ettikleri bu etkinliklerin kişilerin katarsis sağlamalarına bir takım ağırlıklarından kurtulmalarına yardımcı olur. Psikodrama’da bilinen belli teknikler vardır; yönetici duruma göre bunları kullanır. Ancak Psikodrama’da yöneticiler, bilinen tekniklerle sınırlı kalmak zorunda değildir, bir psikodrama yöneticisi, gerektiğinde yaratıcılığını kullanarak, bilinenlerin dışında bir takım etkinlikler, teknikler üretebilir, uygulayabilir. Psikodrama’da rol kavramı/kuramı çok önemli bir yere sahiptir. Moreno’ya göre roller ben’den çıkmaz, ben, rollerden çıkar. Yine Moreno’ya göre rol, kişiler arası bir yaşantıdır, sosyal yaşantının ayrılmaz bir parçasıdır; hatta sosyal yaşam rollerden ibarettir.

Psikodrama insanlar arası ilişkiler zemininde ruhsal olguların geliştiğini, ve ancak bu ve benzeri ilişkiler ağı içinde daha uygun yollarda gelişebileceğini kabul eden ve çalışma alanını yalnız klinik içinde bırakmayıp insanların ve toplulukların bulunduğu her yöne yayan çağdaş akımların tipik bir örneğidir.

Günümüzde pek çok kuram geçerliliğini yitirmesine rağmen psikodrama, etkinlik ve güncelliğini korumaktadır. Sosyometri toplulukların iç dinamiklerini anlama ve araştırma yöntemi olarak varlığını sürdürürken psikodrama içinde de kullanım alanları bulmaktadır. Freud'un son dönemlerine yetişen Moreno onu insanı kısıtlı bir laboratuvarın içine sokmakla eleştirir ve kendisinin bizzat onların yaşamına katılarak, gözleyerek, yaşayarak ve yaşarken düzelterek önemli bir farklılık getirdiğini söyler. Moreno'nun grup psikoterapisi bir süre sonra psikanalistleri etkilemiş ve psikanalitik grup psikoterapisi gelişmeye başlamıştır. Daha sonra bu oluşum grup analizi olarak adlandırılmıştır.  

Gerçeğin aksiyonla yeniden keşfedilmesi olan psikodrama kaynağını insandaki üç önemli temel özellikten alır. Bunlar: Eylem, yaratıcılık ve spontanlıktır. İnsan eyleme dönük bir varlıktır. Hareketsiz bir yasamdan söz etmek mümkün değildir. Bu eylem ihtiyacının doyurulabilmesi eylemin yeterli ve uygun olmasına bağlıdır, bu ise insanın yaratıcılığı ve bu yaratıcılığın sergilemesine olanak tanıyan spontanlığı sayesinde gerçekleştirilir. Spontanlık yeni ya da eski durumlara kişinin yeni ve uygun tepkiler verebilme halidir.§ Spontanlık ve yaratıcılık arasındaki ilişki Moreno'nun şu benzetmesinde anlamını bulur : "Eğer kişi spontan ise ve yaratıcı değilse, bu samuray kılıcı taşıyan bir köylüye benzer; kılıcı kullanmasını bilmediği için kendini bile kesebilir. Eğer kişi yaratıcı ama spontan değilse, bu kılıcı olmayan bir samuray savaşçısına benzer; kılıç olmadığı zaman bildikleri bir isine yaramaz".

Psikodrama, insanin yaratıcılığının ve spontanlığının sınırlarını yakalamasını ve ulaşılan bu noktada eylem ihtiyacını karşılamasını hedefler. Psikodrama grup psikoterapileri içinde belki de uygulama alanı en gelişmiş olan grup psikoterapisidir. Tedaviden eğitime, endüstri psikolojisinden tiyatroya uzanan geniş bir yelpaze içinde kendine kendine uygulama alanları bulur.§Doğası gereği hızlıdır. Birçok önemli çalışmanın bir kaç saatin içine sığdığına tanık olunur. İnsanın üç temel ilişki kurma biçimi olan empati, tele ve tranferans, tüm ilişkilerde varlığını gösterir. Tele: İnsanlar arası kaynaşma yani Moreno’nun sosyalizasyon yaratıcı iş birliği, “sevgi ve beraberliktir” Ancak kapsamlı bir ilişki biçimi olarak karşılıklı gerçek nedenlere dayalı mücadele de bu tür ilişki içine alınmalıdır. Moreno, iki ya da daha fazla insan arasında ki ilişki biçimine tele süreci adını verir. Tele bir an için karşılıklı olarak diğer kişinin iç dünyasını ve o anda kendisini nasıl hissettiğini, duruma göre de onun içinde bulunduğu yaşam koşullarını kendi içinde yaşaya bilmektir. Böylece tele tek yönlü bir empati değil, iç dünyaların karşılaşmasıdır.§ Psikodrama sağlıksız ilişki kurma biçimi olan tranferansların çözümlenmesini (Transferans: Tam olarak gerçeğe dayanmayan bir kişiler arası ilişki biçimidir. Bir insan duygusal aktarım yoluyla diğer bir insanla ilişki içine girdiğinde, bu kişi artık onun için kendi gerçeği olan bir kişi değil, daha çok diğerinin bilinç dışı istek ve anılarının taşıyıcısı olarak görünür.buna transferaz denir.) buna karşılık olarak sağlıklı ilişki kurma biçimleri olan tele ve empatinin geliştirilmesini hedefler. Bütün bunları gerçekleştirirken sayısız ısınma tekniklerinden ve yardımcı tekniklerden ve vazgeçilmez olan üç temel teknikten yararlanır

KAYNAKLAR

1) Psikiyatride Yıldızların Parladığı Anlar (Doç. Dr. A. Nahit Babaoğlu, Mayıs 2000, Cihangir İstanbul )

2) Prof.Dr. Üstün DÖKMEN (Sosyometri ve Psikodrama, Sistem Yayıncılık Ocak 1995)

3) Psikolog Deniz ALTINAY ( Psikodrama, Grup Psikoterapisi ve 300 Isınma Oyunu )

4) Dr. K. Nahit ÖZMENLER(Psikodrama semineri,1994)


25 Şubat 2012 Cumartesi

Ana babaTutumları




Baskılı otoriter Tutum



Geleneksel Türk Aile yapısında sık rastlanan bir tutumdur. Aşırı baskılı otoriter tutum; çocuğun kişiliğine önem vermeyen bir tutumdur. Anne babanın uyguladığı katı disiplin yüzünden çocuk her kurala uymak zorunda bırakılmaktadır.   

Bu tutumu benimseyen anne babalar, çocuklarının kendilerinden farklı bir birey olduğu düşüncesinde değildir. Bu tutumun temel niteliği çocuğa karşı gösterilen baskıdır. Anne baba çocuklarına kesin olarak hâkim olduklarına inanırlar. Hiçbir açıklama yapmaksızın konulan kurallar vardır. Çocuklar anne babalarının koydukları bu kurallara koşulsuz uymalı ve itaat etmelidir.

Otoriter ana-baba, sevgisini, çocukta istenilen davranışların oluşması için bir pekiştireç olarak kullanır. Eğer çocuk ana-babanın istediği şekilde davranırsa sevgilerini gösterirler. Kendilerini toplumsal otoritenin temsilcisi olarak görürler ve çocuktan mutlak uyum beklerler. Aile içinde otoriteyi elinde tutan kişi bağımsız benlik geliştirilmesine karşıdır; herkesin boyun eğmesi, itaatkâr olması istenir.

Bu tür baskıcı ve otoriter eşler arasında da problemler mevcuttur. Anne ve baba iyi ve sağlıklı biçimde iletişime geçmezler ve aralarında sorunlar mevcuttur. Bu sorunlar anne ve baba iletişimini ve etkileşimini olduğu kadar çocuk ile olan ilişkilerini de etkilemektedir.

            Otoriter davranan ana ve baba için esas olan çocuklarının onlara itaat etmesidir. Burada çocuğun isteklerinin bir önemi yoktur. Anne ve baba çocuğu dinlemezler ve onu anlamaya çalışmazlar bunun yerine ise onu eleştirir ve baskı yolu ile kontrole çalışırlar. Önemli olan anne ve babanın isteklerinin yerine getirilmesidir. Çeşitli emir ve katı kurallar yolu ile çocuğa istediklerini yaptırmaya ve ona istedikleri biçimi vermeye çalışırlar. Bu tür anne ve babalar sıcaklıktan yoksundurlar. Onlar için esas olan kendi istekleridir. Ceza gibi disiplin yöntemleri çok sık olarak kullanılır. Bu tür anne ve babaya göre çocuk için en önemli meziyet anne ve babaya itaat ve onların dediklerinin yapılmasıdır

Bu tür anne ve babalar çocuklarını baskı altında tutmak ve onları itaat ettirmek için çocuğa karşı utandırma, ayıplama, aşağılama ve dalga geçme gibi yöntemleri sık olarak kullanırlar



Aşırı Koruyucu Tutum



Koruyucu tutum ülkemizde baskılı ve otoriter tutum kadar sık rastlanan bir yaklaşım biçimidir. Anne babanın aşırı koruması, çocuğa gereğinden fazla kontrol ve özen göstermesi anlamına gelir. Bunun sonucu olarak çocuk, diğer kimselere aşırı bağımlı, kendine güveni olmayan ve duygusal kırıklıkları olan bir kişi olabilir. Bu bağımlılık, çocuğun yaşamı boyunca sürebilir ve aynı koruma duygusunu eşinden de bekleyebilir.

Koruma güdüsü ana babanın çocukları için taşıdıkları önemli güdülerden biridir. Anne ve babanın temel görevlerinden biri öncelikle çocuklarının temek ihtiyaçlarını karşılamak ve daha sonra da onları çevreden gelecek olan tehlikelerden korumaktır. Ancak bazı anne ve babalar bu durumu biraz abartmaktadırlar ve çocuklarına sürekli himayeye muhtaçmış gibi davranırlar. Çocukları ergenlik çapına gelmiş olsa dahi bu tür anne ve babalar müdahaleci ve korumacı tutumlarından vazgeçmezler. Bu tip aileler çocukları hep düşman bir çevre içindeymiş gibi davranırlar ya da çocuklarının kendi başına bişey beceremeyeceklerinden endişe ederler ve bu sebepten dolayı da çocuklarına karşı aşırı düşkünlük gösterirler.

Anne babanın aşırı koruyucu yaklaşımı çocuğun kendi kendine güven duymasını engelleyerek psikososyal gelişiminde etkilemektedir. Çocuğun sosyal gelişiminde büyük rolü olan anne ve babanın yanlış ve aşırı koruyucu tutumuyla çocuk kendine güvenini sağlayamamakta birey olarak girişimci ve sosyal bir kişi olmasına fırsat verilmemektedir.

Gevşek Tutum

Çoğunlukla orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan aileler ile çocuğun kalabalık yetişkinler grubu içerisinde tek çocuk olarak yetiştiren ailelerde çocuk merkezci tutuma rastlanmaktadır. Böyle bir ortamda çocuğun isteklerine diğer tüm aile bireyleri kayıtsız kalmaktadır. Çünkü çocuk aile ortamında tek söz sahibi kişi durumuna gelmiştir. Ebeveyn ile çocuk arasında sağlıklı bir iletişimin olmaması, çocuğun abartılan bir sevgi ortamında büyümesi ve şımartılması, onun doyumsuz bir kişi haline gelmesine neden olmaktadır. Böyle çocuklar hayatları boyunca her isteklerinin karşılanacağını zannederken, yetişkin olduklarında toplumun kendilerine vermediği hakları tanımaya kalkışmaktadırlar. Aile bireylerinin rollerine uygun davranmaları gerekirken çocuğun tüm egemenliği eline alması anne babasına hükmetmesine ve çok az saygı göstermesine sebep olmaktadır. Yavuz er’e göre gevşek ailede büyüyen, her istediği karşılanan çocuklar okula gittiklerinde aynı şeyi göremeyip çeşitli kurallarla karşılaştıklarında hayal kırıklığına uğrayarak uyum sağlamak istememektedirler. Böyle bir ortamdan gelerek okula başlayan yedi yaşındaki çocukların okula gitmeme isteği sıkça görülebilmektedir.

Serbest tutumda çocuğa sayısız haklar tanınmıştır. Çocuğa davranışlarında sınır çekilmez, çocuk da o kurallara uymaz ve kurallara yalan, yanlış gözü ile bakar. Çocuk anne ve babadan çekineceği yerde anne ve baba çocuktan çekinir. Bu tutumun çocuk merkezli olduğu görülür. Bu tutumla yetişen çocuklar itaatkâr değildir, sorumsuz bencil ve şımarıktırlar.



Tutarsız  (Dengesiz ve Kararsız) Tutum



Bu tür tutumun en önemli özelliği ebeveynlerin çocuğun yaptıklarına hiç karışmayışlarıdır. Çocuğun her yaptığı hoş karşılanır. Bu tür ailelerin çocukları ile olan ilişkileri zayıftır. Çocuğa karşı bazen ilgisizdirler ve duygusal bağları zayıftır ve bazen de sıcak ve yakındırlar. Çocuk hiçbir şekilde denetim altında değildir. Bu bakımdan çocuklar bir çeşit aile otoritesi eksikliği çekmektedirler Çocuk evde ne isterse onu yapmaktadır. Ne zaman isterse o zaman yemek yer, ne zaman isterse o zaman ders çalışır ve ne zaman isterse o zaman uyur. Çocuğun her davranışı tamamı ile kendi isteklerine göredir. Bu tür çocuklar kendi arzu ve isteklerini denetlenmesini pek öğrenemezler ve bu bakımdan dış dünyada çeşitli problemlerle karşılaşırlar. Yani bu tür çocuklar evlerinden ayrıldıklarında ya da sosyal yaşama katıldıklarında çeşitli sorunlarla karşılaşırlar. En büyük sorun evdeki izin verici tutumun dış dünyada bulunamayışıdır. Bu bakımdan bu şekilde izin verici bir tutum ile yetişmiş olan bu çocuklar dış dünyada hayal kırıklığına uğrarlar. Bu tip çocuklar kendi arzularını ve isteklerini denetleme yeteneğinden yoksundurlar ve bu bakımdan özellikle sebat ve konsantrasyon gerektiren işlerde başarılı olamazlar. Onlar hep kendi isteklerine göre yaşamaya alışmışlardır ve bu bakımdan da okul hayatında ya da iş hayatında başarılı olamazlar.  

Çocuğun eğitim ve gelişimini olumsuz yönde etkileyen dengesiz ve kararsız tutum birçok şekilde çocuğun karşısına çıkmaktadır. Dengesizlik ve tutarsızlık, anne baba arasındaki fikir ayrılığından kaynaklanacağı gibi, anne babanın gösterdiği değişken davranış biçimlerinden de kaynaklanabilmektedir. Yavuzer’e göre anne babanın, çocuğun yanında kendisi ile ilgili tenkitlerde bulunmaları, birinin olumlu yaklaşımına diğerinin olumsuz yaklaşması ya da birinin çocuğu sürekli kayırması, sık görülen tutarsız davranışlardır. Bunun dışında anne babanın şahsi anlamda yaptığı dengesiz ve tutarsız davranışlara da rastlanılmaktadır.



Mükemmeliyetçi Tutum



Bu tutumdaki anne babaların çocuklarından çok başarılı olmaları ve etrafta parmakla gösterilmeleri gibi beklentileri vardır. Bu anne babalar genellikle kendi çocukluk dönemlerinde zor şartlar altında büyümüş veya sonradan iyi bir statü veya ekonomik düzeye gelmiş yâda rekabetçi ve kıyaslayıcı bir çevresi bulunan ebeveynlerdir. Bazıları kendileri isteyip de bazı engeller nedeniyle ulaşamadıkları hedeflere çocuklarının ulaşmasını isterler. Çocuklarını ihtiyaçları doğrultusunda değil, kendi istek ve beklentileri doğrultusunda yetiştirirler. Bu anne babaları memnun etmek zordur. Sıklıkla çocuklarını başka çocuklarla kıyaslarlar. Kendi önerdikleri faaliyetlere çocukları ilgi göstermeyince demoralize olurlar. Yiyeceği şeylere hatta kimlerle arkadaşlık edeceklerine eleştirel bir tarzda yaklaşırlar.   

Missildine  (1963) , çocuğun memnuniyet duygusunu hissetmeme ve davranışlarının ailelerinin onayı için yeterince iyi olmaması ile sonuçlanan, mükemmeliyetçi ailelerin, çocuklarının davranışlarını onaylamayıp, en iyisini yapmaları için onları zorlamalarını dile getirmiştir. Böylece çocuk asla memnuniyet duygusu hissetmemekte, davranışı ailelerinin onayı için asla yeterince iyi olmamaktadır. Mükemmeliyetçiliğin sınırlı ailesel kabul ve ısrarcı ailesel isteklere dayandığına inanır. Mükemmeliyetçi ailelerin sadece kendi başarısızlıklarını küçümsemekle kalmayıp aynı zamanda çocuklarının çabalarını kabul etme ve ödüllendirmeyi de zor bulduklarını belirtmiştir  

Bu tutumla yetişen çocuklar koşullu sevgiye odaklanırlar. İyi olduklarında anne babaları onları sevecek,  başarısız olduklarında ise sevmeyecek sanırlar. Onlar da bu sevgi türünü benimserler. İnsanlara koşullu sevgiyle yaklaşırlar. Genellikle bu çocuklar da mükemmeliyetçi olurlar ve hata kabul etmezler. Okul ve iş hayatlarında başarıyı yakalasalar da insan ilişkilerinde zorlanırlar. Hayatın mükemmel olmasını isterler ama hayatın farklı yüzüyle karşılaştıklarında mutsuz olurlar



Demokratik Tutum:



Demokratik tutumda, ailenin tutumu sevgi ve bağımsızlık temelleri üzerine oturmuştur. Anne-babalar çocuğa söz hakkı tanır, kararlarına saygı duyar, onunla işbirliğine girer, çocuklarını desteklerler ve bu çocukların daha bağımsız, dışa dönük, yaratıcı oldukları gözlenir. Demokratik anne ve babaların çocukların davranışlarını daha akıllıca yönlendirdikleri söylenmektedir. Demokratik anne ve babalar çocuklarını ayrı bir kişi olarak kabul etmektedirler. Çocuklarına değer verirler ve onların özerk ve bağımsız olarak kişilik geliştirmesine destek olurlar.

Bu tip aileler çocuklarına karşı hoşgörü sahibidirler, ona insan olarak saygı gösterirler. Çocuklarını çok az kısıtlarlar. Çocukların arzularını diledikleri gibi gerçekleştirmelerine izin verirler. Çocuğun kabul edilme ve onaylanma isteklerini göz ardı etmezler. Çocuğun kendine has gelişimine destek olurlar. Bu tür aileler çocuklarının kendilerini gerçekleştirmesine izin verirler. Bunu yaparken her bireyin kendine has ve biricik olduğunu unutmaz ve göz ardı etmezler. Bu bakımdan çocuk anne babasından yeterince hoşgörü görmektedir. Bu da çocuğun kendine güvenen ve toplumsal bir birey olmasına büyük oranda yardım eder Çocuk belli sınırlar içinde özgürdür. Söz hakkı vardır ve duygu ve görüşlerine saygı duyulur. Çocuk ailesinden sevgi ve saygı görmektedir. Söyledikleri yetişkinler tarafından dinlenmektedir. İçinde yaşadığı bu ortamdan faydalanan çocuk girişimci özellikler sergiler, özgüveni tam olur ve kendi kararlarını kendi verip bu kararların sorumluluklarını almasını öğrenir.



Reddedici Tutum:



Bu tip bir tutum daha çok çocuğun istenmediği durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu ise evlilik dışı bir ilişkide, istenmeyen bir gebelikte ortaya çıkmaktadır. Bundan başka anne ve baba kaynaklı başka sorunlarda bu tür reddedici bir tavrın ortaya çıkmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu tür bir tutumla yetiştirilen çocuklar herhangi bir sevgi ve ilgiden yoksundurlar. Ana ve baba tarafından çocuğa sıklıkla istenmediği duygusu verilmektedir. Bu tür tavırlar çok farklı biçimlerde ortaya konabilmektedir. Çocuk hakarete maruz bırakılabilir ya da terk edilir. Bu durumda çocuk çok yoğun bir güvensizlik hisseder insanlara karşı güvensiz olur. Çocuk anne ve babasından herhangi bir şekilde sevgi görmediği için kendisi de sevemez. Bu tür çocukları insanlarla ilişki kurarken güçlük çekerler ve çoğunlukla da iyi ilişkiler kuramazlar. Sürekli bir şeyi yâda sahip olduklarını kaybetme korkusu yaşarlar  

Reddedilmiş çocuklar ilgi çekmek için olumlu davranışlarda bulunabilir ancak gerektiği ilgiyi bulamadığında bu davranışlarından vazgeçerek başka tepkiler de gösterebilir. Kendi içine kapanarak, ailesi ile olan iletişimini zayıflatır ya da ailesinin ilgisini çekebilmek için olumsuz ve saldırgan davranışlarda bulunmaya çalışabilir.  


17 Şubat 2012 Cuma

Ailenin Birey Üzerindeki etkileri

Toplumu oluşturan en küçük sosyal kurum aile olduğuna göre sağlıklı toplumların olusması açısından çocuğun eğitimi ile ilgili olarak ailenin izlediği yol çok önemlidir. Ailenin eğitime ilişkin tutumu ve eylemleri, içinde yaşanılan kültürün  değerlerine ve normlarına göre şekillenmektedir. Gerek kırsal gerek kentsel kültüre ait olsun her ailenin toplum içinde bir konumu vardır. Bu sosyal konum doğal olarak ailenin eğitsel ortamını da etkilemektedir. Çocuğun hızlı gelişiminin olduğu ve kişilik özelliklerini yerleştirdiği temel eğitim döneminde aile ortamı eğitim açısından  oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Aile kişinin içine doğduğu, ilk sosyal deneyimlerini kazandığı ve daha sonraki  yıllar için gerekli ilk adımları attığı yerdir. Çocukların ya da bireylerin kisiliklerinin  temelleri ailede atılır. Ailenin sağladığı öğrenme yaşantıları ve sunmakta olduğu  modellerin, çocuktaki olumlu sosyal davranış  ve değerlerin gelişmesinde önemli bir yeri vardır.

Bu bakımdan ailenin çocuk ve yasamı üzerinde etkisi büyüktür. Bu etkilesim daha anne karnında baslar. Bu evrede annenin duygusal dünyası, çocuğu isteyip  istememesi ve benzeri faktörler karnındaki çocuk üzerinde son derece etkili olurlar.  Bu evrede annenin mutsuzluğu, kızgınlığı, ruhsal durumu karnındaki çocuk üzerinde etkiye sahiptir. Annenin duyguları vücudundaki hormonlar yolu ile karnındaki çocuğa geçerler. Bu bakımdan anne çocuğu daha karnında iken etkilemeye baslar.
Çocuk doğduktan sonra ise bu etkilesim artarak devam eder. Karşılıklı ana baba çocuk etkileşimi çocuk gelişiminin kilit özelliklerindendir. Ana babanın katılması, ana babanın kendine yardım edebilme yetenekleri ve çocuk yetistirme stilleri, ana baba ve çocuk etkilesimlerini etkileyen ve erken dönemdeki gelismeye, okula geçise ve çocuğun gelecekteki verimine katkıda bulunan faktörlerdir.

Sağlıksız ailenin temelinde birbirleriyle anlaşamayan, aralarında iyi bir iletişim ve etkileşim kuramamış olan eşler bulunur. Bu doyumsuzluklar çesitli patolojik davranıslara dönüserek gerek eşler arasında gerekse çocuklarda bazı bozulmalara yol açabilmektedir. Ancak ailenin sağlıklı ve sağlıksız olmasında, dış uyaranların etkisi  de göz önüne alınmalıdır. Aile içinde veya dışında,  hastalık, ölüm, işsizlik gibi meydana gelen bazı olayların geçici de olsa, aile fonksiyonlarında birtakım bozulmalara sebebiyet verdiği kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Aile grubu içinde rol alan kişilerin eksilmesi ve ilavesi, kisilerin yasamlarında esas olan rollerde değisiklik olması veya kendilerine uygun olmayan bir role geçmek zorunda kalmaları bazı sorun odakları yaratarak, sağlıksız davranışları arttırabilir.

Sağlıklı anne çocuk ilişkisinin oluşumunda annenin ruh sağlığı büyük önem tasımaktadır. Mutsuz bir evlilik sonucu, annenin esinden yeterli ilgi görememesi, ailenin ekonomik sıkıntıları, babanın, çocuğun doğumunu isteksiz bir sekilde karşılaması, annenin gerginliğini artıran, dolayısıyla anne çocuk ilişkisini zedeleyen etmenlerdir

Baba – Çocuk ilişkisi:
Baba olma kavramını değisime uğratan ve babanın çocuğun eğitimindeki rolüne ilginin artmasına yol açan pek çok etken vardır. Bunlar; politik, sosyal, ekonomik alandaki değisimlerin kadın-erkek rollerini etkilemesi, çalısan anne sayısının artması, kadının tam gün dısarıda çalısması bu etkenler arasında gösterilebilir.
Babalık eşin gebe olduğunu anlaşıldığı anda başlar. Erkekler baba kimliğini, hamilelik ile baslayıp doğum sonrası devam eden üç yıllık süreçte edinerek gelistirirler. Babanın çocuğuyla hemen bağ
kurması önemlidir. Çünkü çocuğun ilk beş yıllık yasantısı, ömrünün en önemli yıllarıdır.

Anne -Çocuk ilişkisi Çocuğun doğumundan önce bütün yükün annede olması ve doğumdan sonra da ağırlıklı olarak annenin sorumluluk taşıması nedeniyle çocuğun yetiştirilmesinde annenin görevi büyük önem arz etmektedir.
Hayatın ilk yılında bebeğin psiko-sosyal görevi, güvenmeyi öğrenmektir. Bebek ile annesi arasındaki iliskiden doğan güven duygusu, insanın ileride kuracağı kisiler arası iliskilerin temelini oluşturur. Bebeğin ihtiyaçlarına annenin yerinde ve zamanında yönelebilmesi, onun sıkıntılarını giderebilmesi, sözsüz dilini anlayabilmesi anneyle bebek arasında kurulan karsılıklı anlayış ve güvenin temelini
olusturur.
Annenin çocukla iliskisinin en önemli evresi, doğumdan hemen önce baslayıp, doğumdan sonraki aylarda süregelen iliskidir. Burada annenin basta eşinin desteği olmak üzere toplumca destek ve yardıma ihtiyacı vardır. Anne çocuk iliskisinde fiziksel temas büyük önem tasır. Annenin beden kokusu, ısısı, çocuğu alış biçimi bu iletisimde çok önemlidir. Özellikle 0-3 yaş arasında olması gereken bu yakın iliskinin gerçeklesmemesi, gelecekte görülebilen birtakım davranış bozukluklarının sebebi olarak gösterilmektedir. Yine bu dönemde annenin yokluğundan kaynaklanan “duygusal yoksunluk”, gerek zihinsel gerek duygusal ve sosyal gelisim gerilemesine ve gecikmesine neden olabilmektedir.

16 Şubat 2012 Perşembe

Evlilik Yaşı ve Zamanı

Gelişen Dünya da toplumumuz sürekli ve çok hızlı olduğunu düşündüğümüz bir gelişim içinde yer almaktadır. Bu süreçte ilerleyen teknoloji kültür ve yaşam kriterleri gibi imkânlar beraberinde çeşitli süreçleri etkilemektedir. Bu süreçlerin kimisi çok hızlanırken kimisini de toplumun normlarının değiştirerek gecikmektedir. Bu değişen ve geciken süreçlerden biri evlilik ve evlenme yaşıdır.
Evlilik normal koşullarda, bir ev geçindirebilecek güçte iki gencin hayatını gerçekleştirmesidir. Evlilik etkileyen çeşitli koşullar vardır. Son yapılan araştırmalar evlilik yaşının büyüdüğünü göstermektedir. Bu durumun öncelikli sebeplerinden biri bilgi çağında yaşamakta olduğumuzdan her iki cinsinde uygun eş ölçütlerindeki değişimdir. Uygun eş ölçütü her kişi için farklıdır. Ancak yapılan araştırmalar genel olarak erkekler için evlenilecek eşte aranılan özelliklerin sırasıyla şöyle olduğunu göstermektedir. İyi huylu olması, Güzellik ve aynı dünya görüşünü paylaşıyor olması, İyi bir aileden olması ve tahsilli olması, Dindar olması, İyi bir meslek sahibi olması ve zengin olması ve İş sahibi olmasıdır. Kızlar için evlenilecek eşte aranılacak özellikler ise sırasıyla şöyledir. İyi huylu olması, Benimle aynı dünya görüşünü paylaşıyor olması, Tahsilli olması, İyi bir meslek sahibi olması ve iyi bir aileden olması, İş sahibi olması ve yakışıklı olması, Dindar olması, Askerliğini yapmış olması ve zengin olmasıdır. Her iki cinsinde ortak kriterlere sahip olmasına rağmen bu kriterlerin hepsinin bir arada olmasını istemesinden dolayı evlilik zamanı gerilemektedir. Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte sosyal medya çok hızlı biçimde kişilerin yeni insanlar ile tanışmalarına sebep olmakta ve bu kadar seçeneğin içinden kafası karışmış durumda olan kişinin seçimleri sırasında aklını daha fazla  karıştırmaktadır. Bu durum zaman kaybına, işin içinden çıkılamamasına ve haliyle evlilik yaşının
büyümesine sebep olmaktadır.
Başka bir sebep iki kişinin son zamanlarda gelişen özgürlüklerin kısıtlanacağı düşüncesinin içerisinde ikili yaşam şartlarına hazır olmamaları ve evlendikleri zaman özgür yaşantılarının kısıtlanacağı endişesidir. Baktığımızda günümüzde toplumumuzdaki gençlerin arasında özgür hareket etme konusu son derece önemli bir yer tutmaktadır. Evlendiği zaman bekârken yapacaklarını yapamayacağı endişesi yâda her yaptığı her şeyin rapor verir gibi partnerine söyleme düşüncesi evlilik zamanına ket vurarak tarafların “şimdi hayatımı yaşıyorum. Evliliğe daha var. Bekârlık sultanlıktır” düşünceleriyle hareket etmelerine ve evlilik zamanının gecikmesine sebep olmaktadır.
Günümüz ekonomik şartların son derece çetin olduğu bu dönemde aile geçindirmek zor bir iş bu zorluk karşısında her iki cinste bu konuda geleceklerini garanti altına almadan evlenmemek istememektedir.
Son dönemlerde evliliklerin artması gibi boşanmalarında artması evlilik konusunda evlilik yaşını etkilemektedir. Boşanmalar evlilikler üzerinde çeşitli endişelere yol açmaktadır. Sosyal çevresinde ve aile içi fazla sayıda olan boşanma öyküleri kişiler üzerinde olumsuz etki yaratmakta ve evlilik üzerinde geciktirici bir etki yapmaktadır.
Özetle evlilik yaşı ve zamanı her geçen gün ilerlemekte ve toplum içinde bu değişim giderek yer edinmektedir. Bu durumu etkileyen çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerden bir kaçı yukarıda bahsedildiği gibi olmakla birlikte daha üzerine konuşulabilecek çok sayıda faktör bulunmaktadır. Konu hakkında yapılan yâda yapılacak araştırmalar evlilik yaşı ve zamanı hakkında
yeni ve güncel bilgileri gün ışığına çıkarmaktadır.
Saygılarımla
Alican KAYA
Uzman Psikolog

Çocuğun Başarısını Arttırmak

Aşağıda Çocuğunuzun Başarısını arttırmak için kullanılanabileceğiniz çşitli tavsiyeler bulunmaktadır.
1 – Sorumluluk duygusunu arttırmaya çalışın
2 – Yaşına uygun yapabileceği görevler verin
3 – Başarılı olmuş kişileri ona sevdirin ve örnek gösterin
4 - Kendine güvenmesini sağlayın
5 – Okul arkadaşları ile iyi ilişkiler kurmasını sağlayın
6 – Onda yapamayacağı şeyler istemeyin
7 – Onunla birlikte vakit geçirin kendini ifade etmesini sağlayın
8 – Onun okul başarılarını uygun bir şekilde ödüllendirin
9 – Ona her zaman cesaret verin ve konuşun
10 – Aile içi huzuru ve sevgi ortamını onun için hazırlayın
11 – Onun kapasitesinden daha fazla beklentilere girmeyin
12 – Uyku düzeninin bozulmamasını sağlayın
13 – Ders çalışırken belli aralarla dinlenmesini sağlayın
14 – Yaşıtları ve başkaları ile onu kıyaslamayın
15 – Onunla mümkün olduğu kadar nitelikli zaman geçirin
16 – Çok aşırı dres yapmasını sınırlayın

Çocuk Merkezli aileler

Çevremizde görüştüğümüz pek çok ailenin yaşadığı sorunlardan biri çocuğa sözdinletememektir. Oysa anne ya da baba birbirine sözünü dinletebilir, çok saygılı davranmaya özen gösterdikleri büyükanne ya da büyükbabalara da tatlılıkla söz dinletebilir, fakat küçük yumurcağa gelince bu konuda başarılı olamadıkları görülür. Bu konu, zamanla, onları hem sıkıntıya hem de türlü kaygılara sürükler. Çünkü evde bir tek onun istekleri geçerlidir. Anne – Baba çocuğun türlü sorunları dile getirilir, çözüm arayışları içinde ne yaparlarsa yapsınlar, bir türlü söz dinletemediklerinden söz edilir. Ayrıca, bir sözü de söylemeden edemedikleri görülür, “asıl hata bizde, biz de çok hatalıyız ama ne yapabiliriz?”. Bu söylediklerine hak vermemek mümkün müdür? Evet söylenenler doğrudur. Çünkü çevremizdekilere sözümüzü dinletirken ne yapacağımızı bilip tepkilerimizi ona göre sıraladığımız halde, çocuğumuza gelince bunu başaramayız. Bebek doğmadan öncesinden başlamak üzere bizler çevreden gelen uyarıları dinliyor ya da izliyoruz. Bir anne-babanın kucağındaki ya da elinden tuttuğu çocuğa hayran hayran bakıyoruz. Oysa biz ne kadar imrenirsek imrenelim, genel olarak çok beğendiğimiz çocuğun da yaşattığı türlü sıkıntılar olabileceği kesindir. Örneğin; yemek yememe, başkaları ile iyi geçinememe, kendi sorumlulukları olan şeyleri başkalarından bekleme, istediğini elde etmek için türlü yöntemlere başvurma, ilgi çekebilmek için yaratılan istenmeyen davranışlar gibi… Peki tüm bu istenmeyenleri çocuk kendiliğinden mi icat etmektedir? Asla!
Her çocuk çekirdek aile ortamında gözünü açar, anne-babasını ve daha sonra çevresindekileri örnek alır. Çocukların büyük bir saflık içinde dünyaya geldikleri yadsınamaz. Bu saflık onun hiçbir şey bilmediğindendir. Ona her şeyi öğretecek olan en güçlü etken anne-babasıdır, fakat öğrenme sürecinde tek şey bütün doğruların önünü keser. Duygusallığımız… Bebek artık bazı şeyleri yapabilecek duruma geldiği halde, duygusallığımızın tutsağı olarak hemen atılıp bizler yapmaya kalkışırız. Çünkü onun büyümekte olduğunu ve neyi ne zaman yapması gerektiğini bir türlü düşünemeyiz. Bize göre o hep bebektir. Üzülmesin, zorlanmasın diye bebekken yaptığımız gibi yiyecekleri ezerek vermeyi sürdürürüz. Gittiğimiz evdeki çocuk onu üzüyor diye ev ziyaretlerini azaltırız. Bir şey istediğinde, elde edebilmek için, hele hele ağlıyorsa adeta dünyamız yıkılır, ağlamaması için, gerekmeyenleri de gerçekleştiririz. Çünkü o emretmektedir, biz de yerine getirmekteyiz. Bu sayılanların hepsini belki yapmayabiliriz ama, ona hitap şeklimiz bile “bebeğim” değil midir? Aslında ona sorulduğunda bebekliği asla kabul etmediği halde, her nedense, ona “bebeğim” deriz. İstediklerimizi yaptırabilmek ya da bu konuda başarılı olabilmek içinneler yapabiliriz, bu konuda neler düşünebiliriz?
Gerek çocuk uzmanı doktorları, gerekse biz pedagog ve psikologların uyarıları,anne-babalara yol göstermektedir. Örneğin; bebek beslenmesinde, zamanı geldiğinde, yavaş yavaş katı gıdalara geçilmesi gerektiği belirtilince bazıailelerin bunlara kulak asmadığı, anne-baba duygusallığı ve evdeki deneyimli diğer büyüklerin etkisiyle çocuğa pütürsüz ve de yalnızca istediği şeylerden başkasını yedirmediği, evde bolca oyuncak varken yenilerinin sık sık alınmaması konusunda yapılan uyarıların tutulmadığı, anne ve babanın çocuğa yaptığı uyarıları diğerinin bozmaması konusunda öğütlenenlerin tersinin uygulandığı zaman çocuğun ev içi hakimliğini daha da pekiştirmiş oluruz. Bu gibi durumlarda çocuğun ikilemde kalması ile belirgin bir kalıp oluşturarak kendini kabullendirdiğinde, artık yapılacak şeyin, uzmandan tekrar yardım almaktan başka yolu kalmaz. Uzmanın öğütlerinin bir kısmı, işimize öyle geldiği için tutulmayınca yumurcak ev içinde tek sözü geçen birey olur.. Peki ev içinde neler yapılmalıdır?
Bebeklikten başlamak üzere, çocukların istedikleri, belki de tek şey, ilgi çekme isteğidir. Bu isteği benimsetebilmek için çocuk yavaş yavaş türlü yollar dener. Öyle bir zaman gelir ki, artık çocuğun isteyip de yaptıramayacağı pek bir şey kalmaz. İşte problem çocuk denen ve de bizlerin yarattığı bu yapıt karşısında ne yapacağımızı şaşırırız. Oysa bu durum belirmeden önce; isteklerin de bir sınırı olduğu ve bazıları yapıldığı gibi, bazılarının asla yapılamayacağını çocuğun kabullenmesi sağlanmalıdır. İstediğini elde edebilmek için ağlıyorsa, kendini yere atıyorsa, bağırıp çağırıyorsa, hatta vurmaya başvuruyorsa, tükürüyor ya da kötü söz söylüyorsa, istenmeyen davranışlarını yinelemekle bizi tehdit ediyorsa, yapılacak şey, ortaya koymaya çalıştığı eylemi ile yalnız başına kalmasını sağlayabilmektir. Bunu yaparken, o anda yapmakta olduğumuz işimize devam edip, onunla asla ilgilenmemeliyiz. Çocuklar genel olarak engel olmak istediğimiz şeyleri yapmaktan çok hoşlanırlar. Yani “yapma!” dedikçe yaparlar. Ve küçük olmalarına karşın, bu durumda bizi çileden çıkarabilmenin yollarını ararlar ve sonunda da başarılı olurlar. İstediği bir şeyin alınıp alınmayacağına karar verenin ancak bizler olması gerektiğini kabul etmelidirler. Fakat bu konuda verdiğimiz kararlar kesin olmalıdır, verilen karardan asla dönülmemelidir. Çocuk bizlerin tutumuna alışmışken bir zaman sonrasında, elde etmenin yollarını bulmak için yine kendi yöntemlerini uygulamaya kalkışabilirse de, bizler ona karşı kesin tavırlarımızı sergileyip, ilgi çekme isteğini kırmak için uğraştığımız işi sürdürmeliyiz. Şimdi burada diyeceksiniz ki; çocuk sevilmediği duygusunu yaşamaz mı?
Çocuklar çok, hem de çok sevilmeye muhtaçtırlar. Onları sevmenin tek yolu kucağımıza alıp öpmekten başka şeyler de olabilir. Gözümüzün içi gülercesine bir bakış, yaptığı ya da başardığı bir şeyi takdir edici sözümüz, yapmaya başladığı bir işi becerebilmesi için onu yüreklendirici sözler, çok sık olmamak koşuluyla verilen bir armağan, elinden tutup alış-verişe, gezintiye götürmek, son olarak
da gerek anne, gerekse babanın (iş dönüşü ya da çocuğun yuvadan gelişi sırasında) evde onunla ilk karşılaştığında, ilk iş olarak, beraberce oyuncakları ile oyun oynanması çocuğun sevgiye olan gereksinimini karşılamaya yetecektir. İşte bu durumda bencilliği yani eve hakimiyeti öne çıkmadan bir şeyleri çevresindekilerle paylaşmanın mutluluğunu yaşayacaktır. Ve de “ille de benim istediğim olacak” fikrinden sıyrılmanın rahatlığını duyacaktır. Ev ise çocuk merkezlilikten, eşit paylaşımın rahatlığına erecektir.
Çocuklar, bizler gibi değil; gerektiği oranda, duygusallığımızın ağır basmayacağı, çok kararlı davranışlarımızı örnek alacağı, disiplin sınırlarını benimseyeceği, sorumluluklarını üstleneceği, karşısındakinin fikirlerine saygı duyacağı ortamlarda olgunlaşabilirler. Böyle yetişmiş bir çocuğun bulunduğu ortamda sıkıntılı bir durumdan söz etmek mümkün olur mu?. . .Yetiştirme kurallarına bizler uyduğumuz zaman, çocuk çok iyi yetişmiş olacaktır.
İyi Çalışmalar…
Alican Kaya
Uzman Psikolog

Panik atağın Belirtileri

Son bir-iki yıldır günlük yaşantıda adını sıkça duyduğumuz, basın ve medya yoluyla insanların tanıştığı bir anksiyete bozukluğudur.
Anksiyete bozukluklarında, kişiler yaşadıkları durumların tehlikeli olduklarına dair, düşünce ve imajlara sahiptirler. Ortamı ve kendilerini yanlış algılamaları ve yorumlamaları anksiyeteye sebep olmaktadır. Panik-atak litaratürde tek başına kodlanan bir bozukluk değildir. Genelde agorafobi ile (sokakta, kalabalık yerlerde, açık alanlarda tek başına kalamama) birlikte görülür. Aşağıda belirtilen semptomlardan dördünün veya daha fazlasının bir ay veya daha fazla süredir yaşanıyor olması gerekmektedir.
· ÇARPINTI
· TERLEME
· TİTREME
· NEFES DARLIĞI – BOĞULUYORMUŞ HİSSİ
· SOLUK KESİLMESİ
· GÖĞÜSTE SIKINTI – AĞRI
· BULANTI – KARIN AĞRISI
· BAŞ DÖNMESİ-BAYILACAKMIŞ HİSSİ
· ÖLÜM KORKUSU
· GERÇEK DIŞI DUYGULAR
· KONTROLÜNÜ KAYBETME KORKUSU
· KARINCALANMA – UYUŞMA
· ÜŞÜME-ÜRPERME-ATEŞ BASMASI
Yaşantıyı oldukça kısıtlayan, sorunu yaşayan kişilerin tekbaşlarına faaliyetlerini sürdürmelerini engelleyen bu bozukluk, doğru ve istikrarlı terapi sürecinden sonra kontrol altına alınabilir
Gelişimde Oyun ve Oyuncağın önemi
Oyunun, çocuğun gelişimi üzerindeki etkileri ne kadar önemliyse, aynı şekilde oyun materyalleri de çok önemlidir. Oyuncaklar, çocuğun seçme, değerlendirme duygusunu ve yaratıcılığını geliştirirken aynı zamanda da kendi kendine karar verebilme ve belirli alanlarda beceriler kazanmasına da olanaklar hazırlamaktadır.
Bu durumda bizler oyuncakları, “gelişim basamakları boyunca çocuğun hareketlerine düzen getiren zihinsel, bedensel ve psiko-sosyal gelişimlerinde yardımcı olan hayal gücünü ve yaratıcı yeteneklerini geliştiren tüm oyun malzemeleridir” şeklinde tanımlayabiliriz.
Çocuklar için büyük öneme sahip olan çeşitli boyutlar ve renklerdeki oyun malzemeleri aynı zamanda, çocukların oynarken hem eğlenmesine hem de renk, boyut, biçim, şekil gibi kavramları öğrenmelerine yardımcı olur. Çocuk arkadaşlarıyla birlikte oynarken paylaşmayı, beklemeyi, işbirliği yapmayı da öğrenebilir. Buna ilaveten çocuklar ellerine geçen oyuncakları bozarak, kırarak, parçaları ayırıp birleştirerek hem meraklarını giderir tatmin olurlar hem de objelerin özelliklerini inceler ve keşfederler.
Okulöncesi dönemde çocukların oyuncaklara ve oyun materyallerine karşı olan bu ilgilerinin yanı sıra, artan bir yaratıcılık, yetişkine benzeme ve taklit çabası da vardır. Bu noktada anne babaya düşen en büyük görev alıcı ve öğrenmeye hazır olan çocuğa uygun oyuncakların sunumudur.
Anne baba bu dönemde, çocuğun gelişim özelliklerine uygun, ihtiyaç duyduğu ortamı ve materyalleri sağlamaktan sorumludur. Bu dönemde, anne babalar tarafından üzerinde önemle durulması gereken bir başka konu da çocukların gelişimlerine katkısı olmayan pahalı ve süslü oyuncakların yerine yaşlarına ve gelişim düzeylerine uygun, uyarıcı ve düşündürücü oyuncakların tercih edilmesidir.
Yine bu dönemde yetişkinler çocuklarına gereğinden fazla oyuncak alarak, onların tüm gereksinimlerine cevap vereceklerine inanırlar. Önemli olan, oyuncağın çokluğunun değil, nitelikli olmasıdır.

Yaşlara göre Oyuncak tercihleri
 
  • 2-3 yaşından itibaren çocuklar çevrelerinde yaşadıkları günlük olayları dramatize etmeye başlarlar. Bu nedenle, bu dönemdeki çocuklar için en uygun oyuncaklar onların dramatik oyunlarında kullanabilecekleri değişik boyutlardaki bebekler, çeşitli kuklalar, oda takımları, mutfak malzemeleri, marangozluk, temizlik malzemeleri (kürek, süpürge), bahçe aletleri (çapa, tırmık, kürek), hayvan seti, ulaşım seti (tren yolu, köprü, demiryolu), doktor araç gereçleri, en uygun oyun malzemeleridir. Yine bu dönemde kum ve su çocukların en çok sevdikleri oyun malzemeleridir ve çocuklar bu yaşlarda, kovaya kum doldurup boşaltmaktan, kumu su ile karıştırıp harç yapmaktan çok büyük zevk duyarlar.
  • 3-4 yaşlarında çocukların motor gelişimlerinin artması ve hareketlerinin daha da düzenlenmesiyle çocuklar inip çıkmaktan, üç tekerlekli bisiklete binmekten ve tırmanmaktan çok hoşlanırlar. Bu dönemde sallanan at, pedallı araba, tekerlekli bisiklet, yük arabası ve salıncak seti en uygun oyun malzemelerindendir. Yine bu dönemde sökülüp takılabilen veya bozulup- yapılabilen oyuncaklarla, küçükten büyüğe doğru dizilebilen küpler, bloklar, inşaat malzemeleri çocuklar tarafından en çok tercih edilen ve sevilen oyun araçlarıdır.
  • 4-6 yaşlarında çocuklar açık hava oyunlarının yanı sıra masa başı faaliyetlerinden de büyük zevk alırlar. Boyama, kesme, yapıştırma, resim yapma, artık materyallerle şekiller yapma ve parçalı bilmeceleri birleştirmeyi çok severler. Bu dönemde çocukların algılama, hatırlama, parçalara ayırıp birleştirme, yanılma, düzeltme, yeni yorumlar ve çözümler getirme yetenekleri de gelişir.
  • Çocukların masa başı etkinliklerinde bloklar, kalemler, kağıtlar, boyalar, boya fırçaları, tutkal, makas, düğmeler, boncuklar ve ayrıca eşleştirmeli oyuncaklar, resimli dominolar, resimli tombalalar ve resimli küpler, yap-bozlar en sevilen oyuncaklar arasındadır.
  • 6 yaşında hayali oyunların en dorukta olması nedeniyle evcilik, bakkalcılık, doktorculuk oyunları ve bu döneme uygun bebekler, evcilik ve doktorculuk setleri, marangozluk aletleri, kuklalar, temizlik ve mutfak setleri, bahçe aletleri, hayvan setleri, dükkanlar çocuklar tarafından en fazla tercih edilen oyun malzemeleridir.
Bu dönemde çocukların top oynamak, ip atlamak, tırmanmak, yüzmek gibi bedensel hareketlerden ve açık hava oyunlarından çok fazla hoşlanmaları nedeniyle ip, top, ip merdiven, kızak, kayak ve paten gibi oyun malzemeleri tercih edilebilir.
Çocuğun okula başlamasıyla oyun ilgilerinde de bazı değişiklikler görülür. Bu dönemde okulöncesi dönemdeki oyun aktivitelerinin yanı sıra çocuklar mümkün olduğunca becerilerini ortaya çıkaracak dama, satranç, loto, basketbol, bisiklet, paten gibi oyunları ve oyun materyallerini; daha sonraki yaşlarda da sinema, tiyatro, televizyon izleme ve spor yapma gibi yetişkin aktivitelerini tercih ederler. Ayrıca okul dönemi çocukları değişik okuma materyallerinden de hoşlanırlar.

Eşyalarını Toplamayı Öğretemiyormusunuz?

Olumlu bir yaklaşımla en dağınıkçocuklara bile düzenli olmanın önemi öğretilebilir ve temiz ve tertipli olmaalışkanlığı kazandırılabilir…
Okul öncesi yaştaki çocuğunuzun eşyalarını, oyuncaklarını toplamamasından; giysilerini rastgele yerlerde bırakmasından, odasının aşırı dağınık olmasından mı şikâyetçisiniz? Eşyalarını toplamasını istediğinizde öfkeleniyor, sizi duymazdan geliyor veya konuyu değiştirmeye mi çalışıyor?
YAPMAMANIZ GEREKENLER
Sürekli olumsuz konuşma, söylenme ve tehditler çocuklara olumlu davranışları öğretme konusunda yararlı olmaz. Çocuğunuza derli toplu olmayı öğretmek istiyorsanız, bunları yapmamaya
özen göstermelisiniz:
  • Sürekli söylenmeyin Söylenme başladığında dinleme biter! Bunun yerine çocuğunuza bir seferde çıkarabileceği oyuncaklarının sayısının bir sınırı olduğunu yumuşakça belirtin. Bu sınıra ulaştığında bazılarını kaldırma zamanının geldiğini hatırlatın. Hatta toparlama işinin onu çok fazla meşgul etmemesi için yardım teklifinde bulunun.Ancak işin çoğunu onun yapmasına dikkat edin.
  • Negatif ifadeler kullanmayın “Ne kadar tembelsin”, “ne dağınık bir çocuksun” gibi olumsuz ifadeler kullanmayın. Bu tür sözler çocuklar için incitici olabilir ve kendisiyle ilgili olumsuz duygular beslemesine neden olabilir. Bunun yerine, çok oyuncağın olmasının heyecan verici olduğunu anladığınızı ancak bunlarla oynamaya devam edebilmesi için bir kısmını kaldırmasının gerekli olduğunu anlatın.
  • Oyuncakları atmakla tehdit etmeyin Toplamadığı oyuncakları atacağınız tehdidini savurmayın. Böyle bir tehditte bulunmanız halinde ya bunu gerçekten uygulamanız gerekir ya da disiplin konusunda inandırıcılığınızı yitiririsiniz. Bunun yerine bir “oyuncak mola kutusu” oluşturabilirsiniz. Kendisine hatırlattığınız halde toplamadığı oyuncakları bu “mola kutusuna” koyabilir ve önceden belirlemiş olduğunuz süre bitmeden bu oyuncakları almasına izin vermeyebilirsiniz.
YAPMANIZ GEREKENLER
Olumlu pekiştirme her zaman söylenme ve tehditlerden çok daha yararlı olur. Küçük çocuğunuzun toplama konusunda gönüllü olmasını sağlayabilecek bazı ipuçları:
  • Toplamayı oyun haline getirin Saati kurun ve çocuğunuzdan sürenin sonunda odasını toplamayı bitirmesini isteyin. Süre bitmeden toplarsa, kazanır! Teşvik edici olması için örneğin özel bir film izlemek, uykudan önce fazladan iki masal daha okumak gibi bir ödül de
    belirleyebilirsiniz.
  • İşi kolaylaştırın Örneğin bir seferde çıkarabileceği oyuncak sayısını sınırlayarak; odasına onun erişebileceği yükseklikte raflar ve açıp kapaması kolay oyuncak kutuları koyarak çocuğunuzun eşyalarını toparlamasını kolaylaştırın.
  • Çocuğunuzu evin toparlanmasına dahil edin Masayı toplamak, bulaşık makinesini boşaltmaya yardım etmek gibi görevler vererek, çocuğunuzun evinizin rutin toparlama işlerine dahil olmasını sağlayın.
  • Zaman verin Eşyalarını toplamasını 15 dakika önceden hatırlatmak çocuğun kendini buna
    hazırlamasına yardımcı olur.
  • Belirli ve net konuşun Çocuğunuza odasını toplamasını söylemek yerine, tam olarak neyi yapmasını istediğinizi söyleyin: Yerdeki giysileri topla, kitapları rafa koy, oyuncakları
    kutuya koy, gibi…
  • Çocuğunuzun derli toplu olmasını takdir edin Eşyalarını topladığında, özellikle de bunu kendisine hatırlatılmadan yaptığında çocuğunuzu takdir edin.

Diyet ve İnsan


Merhaba;

Bu makalemde “diyet ve kilo verme” konusunu kaleme almak istedim. Diyet ve Kilo verme konusunda gerek medya da gerek sosyal medya da gerekse insanlar arasında çok fazla teorik bilgi, uygulama yöntemi ve dedikodu var. Günümüzde beslenme uzmanları hariç kimse bu konu hakkında ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyor ve herkes bir yerden duyduğu diyetleri yada yöntemleri kendi üzerinde deneyip sonuç almak istiyor. Ama herkes bu denemelerin temelinde diyet Reçetesinin kişiye özgü olması gerektiğini hatırlamıyor. Bu makalede diyet ve diyet sürecinden bahsedip kişilerin diyet yaparken önlerine çıkan zorluklar ve kişilerin sıkça karşılaştıkları başarısızlıklar üzerine yazmaya çalışacağım.

    “Diyet süreci” genellikle bir insanın etrafından aldığı geribildirimler ve eş zamanlı olarak kilo alarak kendisini rahatsız hissettiğinde başlayan bir süreçtir. Bu sürecin başında kişi kendisinden büyük bir başarı umarak diyete başlar. Ancak ilerleyen zaman içinde karşılaştığı çeşitli sıkıntılar, nefsine hâkim olmama ve yaptığı bilişsel hatalar sayesinde sürecin eline ayağına bulaşan zor, yıpratıcı ve kişinin psikolojisini önemli ölçüde etkileyen uzun bir süreç haline gelir. Kişi bu sürecin içine girdiği ilk dakikadan itibaren kişi üzerine adeta kocaman bir ben diyetteyim tabelası asarve buna uygun davranmaya başlar. Bu tabela aslında kişinin geliştireceği savunma mekanizmalarının en büyüğüdür. Kişi bu evrede yemeğin gücünü küçümseyen bir tavır içine girer. Yemek yeme süreci ile ilgili direnci çok yüksektir. Kısacası tepeden tırnağa tüm önlemlerini almış olarak diyetine başlar. İlk aylarda kişi gerçekten çok iyi bir süreç geçirir. Yemek yeme düzenini sağlar. Spor yapma imkanı varsa spor yapar. Vücudunda belirgin değişiklikler görülmeye başlar. Ancak ilerleyen zaman dilimi içinde yediği yemek miktarı düşerken bu durumdan mutlu olmamaya başlar hele ki diyetin ilk aylarında çok hızlı miktarda verilen kilo miktarı ortalama iki yada üç ay sonunda minimum düzeye gelir. Bazı zamanlarda kişi hiç verememe durumuna dahi gelebilir. Bu durum karşısında kişi kendince başarısızlık yaşamaya başlamıştır ve bu durumdan mutlu olmamaya başlamıştır. Bütün yaptıklarına rağmen bir türlü kilo veremiyordur. O zaman diyet yapmasının ne anlamı vardır. Burada görüleceği üzere kişi kendi içsel motvasyonu kaybetmeye başlamıştır ve tekrar yakalayamamaktadır. İçsel motivasyonunu yakalayamayan kişi git gide etrafının da ona diyete ilgili olarak verdiği geri bildirimler düşmektedir. Kişi bu içsel motivasyonunun kaybı ve çevresinden istediği gibi gelmeyen geribildirimlerin etkisi sayesinde psikolojisi çökmeye başlar. Aynı zamanda kişi yemek yemediğinden dolayı daha sinirli agresif bir ruh durumu içine girmeye başlamıştır. Bu durum öylesine bir hal alır ki kişinin kendini sorgulayan ve kendisi hakkında olumsuz düşüncelere sahip olan biri olmaya başlar. Doğamız gereği bu içsel çatışmayı bitirmemiz ve mutlu olmamız gerekmektedir. Bu durumda insanın içindeki ilkel insan devreye girerek yeme dürtüsünün mutlu kişiyi mutlu ettiğini düşündürerek yemek yemesi için baskı yapmaya başlar. Bu süreden sonra kişi mutlu olmak için yemeye başlar ve sonunda kişi bir büyük bir umut içinde başladığı diyeti yarım bırakır ve normal yaşantısına geri döner. Diyeti bıraktıktan sonra kişi eski yaşantısına geri döner ve eskiden yaptığı yeme alışkanlığının şiddetini arttırarak daha fazla ve kalorili yemek yemeye başlar. Bu özgürlük düşüncesi sayesinde kişi zamanla diyet yaptığını unutur ve bu şekilde yaşamaya devam eder. Ancak bir yandan da yaşamı sürmektedir.  Kişinin hayatı Sürdükçe kişi kilosuna dikkat etmez sağlığında bozulmalar başlar etrafından yine kötü geribildirimler alır. Ama kişi mutlu olduğundan dolayı bununla barışık olduğunu, halinden memnun olduğunu gibi savunma mekanizmalarını devreye sokarak kilosu hakkındaki olumsuz düşünceleri kendinden uzak tutar. Ta ki Bir durumun onu etkilemesine kadar örneğin kişi alışveriş yapmak ve kendisine uygun beğendiği ürünleri almak için mağazalara girdiğinde satış temsilcisine beğendiği ürünü gösterir ve müşteri temsilcisinden istediği bedeni alıp soyunma kabininde istediği beden üzerine olmayıncaya kadar… bu gibi mini olaylar kişiyi yine diyetin eşiğine getirir bu sefer kişi  daha kararlı ve deneyimlidir. Bir önceki denemesinde yaptığı hataları yapmayacak erken teslim olmayacaktır. Ama yine kısır döngümüzün içine girer ve bu kısır döngü sürer gider.

Bunun içi ne yapabilirsiniz eğer diyet yapan kişi siz seniz mutlak suretle kendinizi bir diyetisyene teslim etmek zorundasınız. Diyetisyeniniz size uygun diyeti ayarlayacak ve öncelikle sizde yemek düzeninizde dahil olmak üzere yiyeceklerinizi düzenlemeniz gerekecektir. Burada diyetisyenin rolü çok önemli diyetisyen kolay ulaşılabilir ve sorduğunuz sorulara sizin anlayacağınız şekilde cevap vermelidir. Diyetisyeninize sık sık gitmelisiniz. Çünkü atacağınız her minik adım (zayıflama) görmeniz ve kendinizi motive etmeniz için gereklidir. Bunun yanısıra kafanıza takılanları uzmana sormanız hedefinize kolay ulaşmanız adına yol göstericiniz olacaktır. Kişisel motivasyonunuzu üst seviyede tutmanız gerekmektedir. Kişisel motivasyonunuz düştüğü için diyeti bırakıyorsunuz. Diyet yapan kişi başta çok hırslı ve azimlidir. Ancak zaman içinde bu azmi düşer bu durum yaklaşık diyete başlayalı 3-4 ay arasında meydana gelir kişi bu noktada diyette yapsa kilo veremez ilerleyemez duruma gelmektedir. Bu durumu aşması için kararlılıkla diyet reçetesinin üzerinde durmalı ve süreçte durmadan ilelemeli bir süre sonra bu döngü kırılacak ve kişi kaldığı yerden kilo vermeye devam edecektir.

Diyet yaparken çevrenizden alacağınız geri bildirimler ve etrafınızda size değer veren insanların çabalarını görmeniz gerekmektedir. Diyet zor bir süreçtir. heleki yemeği seven ve damak zevki gelişmiş kişilerin yeme alışkanlıklarını bozmaları zordur. Bu durumda eski yemek alışkanlıklarınızdan uzak duracak yeme biçiminizi değiştimeniz gerektiğinden arkadaşlarınız ve özellikle aileniz bu konuda sizin hevesinizi kırmamaya özen göstermeliler kısacası her taraftan destek almalısınız.

Tüm bu yukarıda bahsedilen durumlarda kalıyorsanız yapmak istiyor ancak başaramıyorsanız sizinde psikolojik destek almanız özellikle bilişsel davranışçı tedaviler ile uzman bir psikologtan destek almalısınız. Unutmayın bedeninizle geçireceğiniz bir ömrünüz var ona iyi bakmalısınız.

Sevgiler…

15 Şubat 2012 Çarşamba

Empati ve Çocuk
Empati” bir bireyin kendini başka bir insan yerine koyarak o insanın duygu vedüşüncelerini anlama çabasına manasına gelmektedir. Empati kurmak insanilişkilerinin en önemli özelliklerinden biri olduğu kadar insanların toplumiçinde birbirleri ile uyum içinde yaşayabilmelerini kolaylaştıran bir etkenolarak ta gösterilmektedir.
Birçok insan duygularını sözlerle anlatmaktan çok başka yollarla ifade etmeyi tercih eder. Başkalarının ne hissettiklerini anlayabilmek için öncelikle bu sözlü olmayan ifadeleri çözmekgerekmektedir. (Beden duruşu, yüz ifadesi, ses tonu ve bunun yanında daha birçok şey.)
Eğer birinin söylediğisözle beden duruşu veya yüz ifadesi uyuşmadığı hissine kapılırsanız, bu durumda ne söylendiğine ve ne şekilde söylediğine dikkat etmemiz gerekecektir. İletişim araştırmacılarına göre duygusal mesajlar %90 oranında sözlü olmayan ifadelerdir. Bu şekilde dışa vurulan duygular, ses tonundan anlaşılan korku hissi veya yüz ifadesinde kendini gösteren kızgınlık gibi, genellikle bilinçsizce algılanmaktadır. Bu mesajlar çoğunlukla “anlamazlıktan gelinerek” suskunlukla cevaplanır ya da ona göre hareket edilir. İnsanların gönderdiği mesajları algılayabilme becerisi sonradan öğrenilen bir durumdur.

Çocuğun empati kurmak konusunda oluşturacağı beceri, onun ahlak gelişimini geliştireceği gibi diğer insanlarla olan sosyal iletişimini de kolaylaştıracaktır. Bu nedenle ona empati kurma konusunda yardımcı olacak çeşitli eğitimler vermek ailenin görevlerinden biridir.
Yapılan araştırmalar sonucunda birçok uzman çocukların çok küçük yaştan itibaren empati kurabildiğini söylüyor ve bu durumun çocuklarda içgüdüsel olarak ortaya çıktığını belirtiyorlar. Bir bebeğin diğer bir bebeği ağlarken duyması ve kendisinin de ağlamaya başlaması, en erken görülen empati kurma örneği olarakadlandırılıyor. İki – üç yaşına gelen bir çocuğun ise üzgün ya da mutsuz birine kendi sevdiği bir eşyasını vererek onu mutlu etme çabası yine erken çocukluk döneminde görülen bir empati örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Neler Yapabilirsiniz?,
●Çocuğunuz size bir şeyler anlatırken ya da kendi duygularını sizinle paylaşırken onu mutlaka dinleyin. Bu davranışınız ona, sizin de karşıdaki kişilerin düşünce ve duygularına önem verdiğinizi anlatacaktır.
●Çocuğunuz sizinle bir sorununu paylaşırken asla konuyu değiştirmeyin ya da geçiştirmeyin. Bu durum çocuğunuzun size olan güvenini sarsacaktır.
●Çocuğunuza kitap okuyun (masal anlatın) ve okuma bittikten sonra kitaptaki karakterlerin duygu ve düşünceleri hakkında çocuğunuzla konuşun. Böylece karakterin duygu ve düşüncesini çocuğunuz ne kadar anlamış (paylaşmış) siz de fikir sahibi olursunuz.
●Televizyon izlerken de aynı aktiviteyi yapabilir ve izlenilen karakterin duygu ve düşünceleri hakkında çocuğunuzla konuşabilirsiniz.
●Kendi duygularınızı ve düşünceleriniz ona anlatmaya çalışın ve sizi anlamasına yardımcı olun. Örneğin çocuğunuz sizin çok uğraşarak hazırladığınız bir yemeyi yemeyerek dökmek istedi ve siz de bu duruma çok üzüldünüz, bu olay sonucunda ona kendi duygularınızı anlatmak için çocuğunuzun sevdiği bir şey ile durum arasında ilişki kurun ve ona duygularınızı bu ilişki üzerinden anlatmaya
çalışın. Çocuğunuza “sen Legolarla araba yaparken ne kadar çok uğraşıyorsun, ben de aynı şekilde yemek yaparken çok uğraşıyorum, ben senin yaptığım arabayı bozsam üzülürsün, ben de senin yapığım yemeği dökmene çok üzülürüm” diyerek durumu açıklayabilirsiniz. Bu aktivite özellikle küçük yaşlardaki çocukların empati kurma hakkında fikir sahibi olmaları için çok önemli bir role sahip.Çünkü çocuklar bu yaşlarda somut örnekler üzerinden soyut kavramları anlamaya yatkındırlar.
●Çocuğunuzun kardeşiyle yaptığı kavgalarda sorunu çözmek için birbirlerine duygularını ve düşüncelerini anlattırma yöntemini kullanabilirsiniz, çocuklarınız üzerindeki otoritenizle bu konuşmayı istediğiniz şekilde yönlendirebilme şansınız da var, unutmayın. Bu konuşma sonrasında kavganın ikisi içinde anlamsız ve sonuç vermeyen bir aktivite olduğunu anlatın
Alican KAYA
Uzman Psikolog