25 Şubat 2012 Cumartesi

Ana babaTutumları




Baskılı otoriter Tutum



Geleneksel Türk Aile yapısında sık rastlanan bir tutumdur. Aşırı baskılı otoriter tutum; çocuğun kişiliğine önem vermeyen bir tutumdur. Anne babanın uyguladığı katı disiplin yüzünden çocuk her kurala uymak zorunda bırakılmaktadır.   

Bu tutumu benimseyen anne babalar, çocuklarının kendilerinden farklı bir birey olduğu düşüncesinde değildir. Bu tutumun temel niteliği çocuğa karşı gösterilen baskıdır. Anne baba çocuklarına kesin olarak hâkim olduklarına inanırlar. Hiçbir açıklama yapmaksızın konulan kurallar vardır. Çocuklar anne babalarının koydukları bu kurallara koşulsuz uymalı ve itaat etmelidir.

Otoriter ana-baba, sevgisini, çocukta istenilen davranışların oluşması için bir pekiştireç olarak kullanır. Eğer çocuk ana-babanın istediği şekilde davranırsa sevgilerini gösterirler. Kendilerini toplumsal otoritenin temsilcisi olarak görürler ve çocuktan mutlak uyum beklerler. Aile içinde otoriteyi elinde tutan kişi bağımsız benlik geliştirilmesine karşıdır; herkesin boyun eğmesi, itaatkâr olması istenir.

Bu tür baskıcı ve otoriter eşler arasında da problemler mevcuttur. Anne ve baba iyi ve sağlıklı biçimde iletişime geçmezler ve aralarında sorunlar mevcuttur. Bu sorunlar anne ve baba iletişimini ve etkileşimini olduğu kadar çocuk ile olan ilişkilerini de etkilemektedir.

            Otoriter davranan ana ve baba için esas olan çocuklarının onlara itaat etmesidir. Burada çocuğun isteklerinin bir önemi yoktur. Anne ve baba çocuğu dinlemezler ve onu anlamaya çalışmazlar bunun yerine ise onu eleştirir ve baskı yolu ile kontrole çalışırlar. Önemli olan anne ve babanın isteklerinin yerine getirilmesidir. Çeşitli emir ve katı kurallar yolu ile çocuğa istediklerini yaptırmaya ve ona istedikleri biçimi vermeye çalışırlar. Bu tür anne ve babalar sıcaklıktan yoksundurlar. Onlar için esas olan kendi istekleridir. Ceza gibi disiplin yöntemleri çok sık olarak kullanılır. Bu tür anne ve babaya göre çocuk için en önemli meziyet anne ve babaya itaat ve onların dediklerinin yapılmasıdır

Bu tür anne ve babalar çocuklarını baskı altında tutmak ve onları itaat ettirmek için çocuğa karşı utandırma, ayıplama, aşağılama ve dalga geçme gibi yöntemleri sık olarak kullanırlar



Aşırı Koruyucu Tutum



Koruyucu tutum ülkemizde baskılı ve otoriter tutum kadar sık rastlanan bir yaklaşım biçimidir. Anne babanın aşırı koruması, çocuğa gereğinden fazla kontrol ve özen göstermesi anlamına gelir. Bunun sonucu olarak çocuk, diğer kimselere aşırı bağımlı, kendine güveni olmayan ve duygusal kırıklıkları olan bir kişi olabilir. Bu bağımlılık, çocuğun yaşamı boyunca sürebilir ve aynı koruma duygusunu eşinden de bekleyebilir.

Koruma güdüsü ana babanın çocukları için taşıdıkları önemli güdülerden biridir. Anne ve babanın temel görevlerinden biri öncelikle çocuklarının temek ihtiyaçlarını karşılamak ve daha sonra da onları çevreden gelecek olan tehlikelerden korumaktır. Ancak bazı anne ve babalar bu durumu biraz abartmaktadırlar ve çocuklarına sürekli himayeye muhtaçmış gibi davranırlar. Çocukları ergenlik çapına gelmiş olsa dahi bu tür anne ve babalar müdahaleci ve korumacı tutumlarından vazgeçmezler. Bu tip aileler çocukları hep düşman bir çevre içindeymiş gibi davranırlar ya da çocuklarının kendi başına bişey beceremeyeceklerinden endişe ederler ve bu sebepten dolayı da çocuklarına karşı aşırı düşkünlük gösterirler.

Anne babanın aşırı koruyucu yaklaşımı çocuğun kendi kendine güven duymasını engelleyerek psikososyal gelişiminde etkilemektedir. Çocuğun sosyal gelişiminde büyük rolü olan anne ve babanın yanlış ve aşırı koruyucu tutumuyla çocuk kendine güvenini sağlayamamakta birey olarak girişimci ve sosyal bir kişi olmasına fırsat verilmemektedir.

Gevşek Tutum

Çoğunlukla orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan aileler ile çocuğun kalabalık yetişkinler grubu içerisinde tek çocuk olarak yetiştiren ailelerde çocuk merkezci tutuma rastlanmaktadır. Böyle bir ortamda çocuğun isteklerine diğer tüm aile bireyleri kayıtsız kalmaktadır. Çünkü çocuk aile ortamında tek söz sahibi kişi durumuna gelmiştir. Ebeveyn ile çocuk arasında sağlıklı bir iletişimin olmaması, çocuğun abartılan bir sevgi ortamında büyümesi ve şımartılması, onun doyumsuz bir kişi haline gelmesine neden olmaktadır. Böyle çocuklar hayatları boyunca her isteklerinin karşılanacağını zannederken, yetişkin olduklarında toplumun kendilerine vermediği hakları tanımaya kalkışmaktadırlar. Aile bireylerinin rollerine uygun davranmaları gerekirken çocuğun tüm egemenliği eline alması anne babasına hükmetmesine ve çok az saygı göstermesine sebep olmaktadır. Yavuz er’e göre gevşek ailede büyüyen, her istediği karşılanan çocuklar okula gittiklerinde aynı şeyi göremeyip çeşitli kurallarla karşılaştıklarında hayal kırıklığına uğrayarak uyum sağlamak istememektedirler. Böyle bir ortamdan gelerek okula başlayan yedi yaşındaki çocukların okula gitmeme isteği sıkça görülebilmektedir.

Serbest tutumda çocuğa sayısız haklar tanınmıştır. Çocuğa davranışlarında sınır çekilmez, çocuk da o kurallara uymaz ve kurallara yalan, yanlış gözü ile bakar. Çocuk anne ve babadan çekineceği yerde anne ve baba çocuktan çekinir. Bu tutumun çocuk merkezli olduğu görülür. Bu tutumla yetişen çocuklar itaatkâr değildir, sorumsuz bencil ve şımarıktırlar.



Tutarsız  (Dengesiz ve Kararsız) Tutum



Bu tür tutumun en önemli özelliği ebeveynlerin çocuğun yaptıklarına hiç karışmayışlarıdır. Çocuğun her yaptığı hoş karşılanır. Bu tür ailelerin çocukları ile olan ilişkileri zayıftır. Çocuğa karşı bazen ilgisizdirler ve duygusal bağları zayıftır ve bazen de sıcak ve yakındırlar. Çocuk hiçbir şekilde denetim altında değildir. Bu bakımdan çocuklar bir çeşit aile otoritesi eksikliği çekmektedirler Çocuk evde ne isterse onu yapmaktadır. Ne zaman isterse o zaman yemek yer, ne zaman isterse o zaman ders çalışır ve ne zaman isterse o zaman uyur. Çocuğun her davranışı tamamı ile kendi isteklerine göredir. Bu tür çocuklar kendi arzu ve isteklerini denetlenmesini pek öğrenemezler ve bu bakımdan dış dünyada çeşitli problemlerle karşılaşırlar. Yani bu tür çocuklar evlerinden ayrıldıklarında ya da sosyal yaşama katıldıklarında çeşitli sorunlarla karşılaşırlar. En büyük sorun evdeki izin verici tutumun dış dünyada bulunamayışıdır. Bu bakımdan bu şekilde izin verici bir tutum ile yetişmiş olan bu çocuklar dış dünyada hayal kırıklığına uğrarlar. Bu tip çocuklar kendi arzularını ve isteklerini denetleme yeteneğinden yoksundurlar ve bu bakımdan özellikle sebat ve konsantrasyon gerektiren işlerde başarılı olamazlar. Onlar hep kendi isteklerine göre yaşamaya alışmışlardır ve bu bakımdan da okul hayatında ya da iş hayatında başarılı olamazlar.  

Çocuğun eğitim ve gelişimini olumsuz yönde etkileyen dengesiz ve kararsız tutum birçok şekilde çocuğun karşısına çıkmaktadır. Dengesizlik ve tutarsızlık, anne baba arasındaki fikir ayrılığından kaynaklanacağı gibi, anne babanın gösterdiği değişken davranış biçimlerinden de kaynaklanabilmektedir. Yavuzer’e göre anne babanın, çocuğun yanında kendisi ile ilgili tenkitlerde bulunmaları, birinin olumlu yaklaşımına diğerinin olumsuz yaklaşması ya da birinin çocuğu sürekli kayırması, sık görülen tutarsız davranışlardır. Bunun dışında anne babanın şahsi anlamda yaptığı dengesiz ve tutarsız davranışlara da rastlanılmaktadır.



Mükemmeliyetçi Tutum



Bu tutumdaki anne babaların çocuklarından çok başarılı olmaları ve etrafta parmakla gösterilmeleri gibi beklentileri vardır. Bu anne babalar genellikle kendi çocukluk dönemlerinde zor şartlar altında büyümüş veya sonradan iyi bir statü veya ekonomik düzeye gelmiş yâda rekabetçi ve kıyaslayıcı bir çevresi bulunan ebeveynlerdir. Bazıları kendileri isteyip de bazı engeller nedeniyle ulaşamadıkları hedeflere çocuklarının ulaşmasını isterler. Çocuklarını ihtiyaçları doğrultusunda değil, kendi istek ve beklentileri doğrultusunda yetiştirirler. Bu anne babaları memnun etmek zordur. Sıklıkla çocuklarını başka çocuklarla kıyaslarlar. Kendi önerdikleri faaliyetlere çocukları ilgi göstermeyince demoralize olurlar. Yiyeceği şeylere hatta kimlerle arkadaşlık edeceklerine eleştirel bir tarzda yaklaşırlar.   

Missildine  (1963) , çocuğun memnuniyet duygusunu hissetmeme ve davranışlarının ailelerinin onayı için yeterince iyi olmaması ile sonuçlanan, mükemmeliyetçi ailelerin, çocuklarının davranışlarını onaylamayıp, en iyisini yapmaları için onları zorlamalarını dile getirmiştir. Böylece çocuk asla memnuniyet duygusu hissetmemekte, davranışı ailelerinin onayı için asla yeterince iyi olmamaktadır. Mükemmeliyetçiliğin sınırlı ailesel kabul ve ısrarcı ailesel isteklere dayandığına inanır. Mükemmeliyetçi ailelerin sadece kendi başarısızlıklarını küçümsemekle kalmayıp aynı zamanda çocuklarının çabalarını kabul etme ve ödüllendirmeyi de zor bulduklarını belirtmiştir  

Bu tutumla yetişen çocuklar koşullu sevgiye odaklanırlar. İyi olduklarında anne babaları onları sevecek,  başarısız olduklarında ise sevmeyecek sanırlar. Onlar da bu sevgi türünü benimserler. İnsanlara koşullu sevgiyle yaklaşırlar. Genellikle bu çocuklar da mükemmeliyetçi olurlar ve hata kabul etmezler. Okul ve iş hayatlarında başarıyı yakalasalar da insan ilişkilerinde zorlanırlar. Hayatın mükemmel olmasını isterler ama hayatın farklı yüzüyle karşılaştıklarında mutsuz olurlar



Demokratik Tutum:



Demokratik tutumda, ailenin tutumu sevgi ve bağımsızlık temelleri üzerine oturmuştur. Anne-babalar çocuğa söz hakkı tanır, kararlarına saygı duyar, onunla işbirliğine girer, çocuklarını desteklerler ve bu çocukların daha bağımsız, dışa dönük, yaratıcı oldukları gözlenir. Demokratik anne ve babaların çocukların davranışlarını daha akıllıca yönlendirdikleri söylenmektedir. Demokratik anne ve babalar çocuklarını ayrı bir kişi olarak kabul etmektedirler. Çocuklarına değer verirler ve onların özerk ve bağımsız olarak kişilik geliştirmesine destek olurlar.

Bu tip aileler çocuklarına karşı hoşgörü sahibidirler, ona insan olarak saygı gösterirler. Çocuklarını çok az kısıtlarlar. Çocukların arzularını diledikleri gibi gerçekleştirmelerine izin verirler. Çocuğun kabul edilme ve onaylanma isteklerini göz ardı etmezler. Çocuğun kendine has gelişimine destek olurlar. Bu tür aileler çocuklarının kendilerini gerçekleştirmesine izin verirler. Bunu yaparken her bireyin kendine has ve biricik olduğunu unutmaz ve göz ardı etmezler. Bu bakımdan çocuk anne babasından yeterince hoşgörü görmektedir. Bu da çocuğun kendine güvenen ve toplumsal bir birey olmasına büyük oranda yardım eder Çocuk belli sınırlar içinde özgürdür. Söz hakkı vardır ve duygu ve görüşlerine saygı duyulur. Çocuk ailesinden sevgi ve saygı görmektedir. Söyledikleri yetişkinler tarafından dinlenmektedir. İçinde yaşadığı bu ortamdan faydalanan çocuk girişimci özellikler sergiler, özgüveni tam olur ve kendi kararlarını kendi verip bu kararların sorumluluklarını almasını öğrenir.



Reddedici Tutum:



Bu tip bir tutum daha çok çocuğun istenmediği durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu ise evlilik dışı bir ilişkide, istenmeyen bir gebelikte ortaya çıkmaktadır. Bundan başka anne ve baba kaynaklı başka sorunlarda bu tür reddedici bir tavrın ortaya çıkmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu tür bir tutumla yetiştirilen çocuklar herhangi bir sevgi ve ilgiden yoksundurlar. Ana ve baba tarafından çocuğa sıklıkla istenmediği duygusu verilmektedir. Bu tür tavırlar çok farklı biçimlerde ortaya konabilmektedir. Çocuk hakarete maruz bırakılabilir ya da terk edilir. Bu durumda çocuk çok yoğun bir güvensizlik hisseder insanlara karşı güvensiz olur. Çocuk anne ve babasından herhangi bir şekilde sevgi görmediği için kendisi de sevemez. Bu tür çocukları insanlarla ilişki kurarken güçlük çekerler ve çoğunlukla da iyi ilişkiler kuramazlar. Sürekli bir şeyi yâda sahip olduklarını kaybetme korkusu yaşarlar  

Reddedilmiş çocuklar ilgi çekmek için olumlu davranışlarda bulunabilir ancak gerektiği ilgiyi bulamadığında bu davranışlarından vazgeçerek başka tepkiler de gösterebilir. Kendi içine kapanarak, ailesi ile olan iletişimini zayıflatır ya da ailesinin ilgisini çekebilmek için olumsuz ve saldırgan davranışlarda bulunmaya çalışabilir.  


17 Şubat 2012 Cuma

Ailenin Birey Üzerindeki etkileri

Toplumu oluşturan en küçük sosyal kurum aile olduğuna göre sağlıklı toplumların olusması açısından çocuğun eğitimi ile ilgili olarak ailenin izlediği yol çok önemlidir. Ailenin eğitime ilişkin tutumu ve eylemleri, içinde yaşanılan kültürün  değerlerine ve normlarına göre şekillenmektedir. Gerek kırsal gerek kentsel kültüre ait olsun her ailenin toplum içinde bir konumu vardır. Bu sosyal konum doğal olarak ailenin eğitsel ortamını da etkilemektedir. Çocuğun hızlı gelişiminin olduğu ve kişilik özelliklerini yerleştirdiği temel eğitim döneminde aile ortamı eğitim açısından  oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Aile kişinin içine doğduğu, ilk sosyal deneyimlerini kazandığı ve daha sonraki  yıllar için gerekli ilk adımları attığı yerdir. Çocukların ya da bireylerin kisiliklerinin  temelleri ailede atılır. Ailenin sağladığı öğrenme yaşantıları ve sunmakta olduğu  modellerin, çocuktaki olumlu sosyal davranış  ve değerlerin gelişmesinde önemli bir yeri vardır.

Bu bakımdan ailenin çocuk ve yasamı üzerinde etkisi büyüktür. Bu etkilesim daha anne karnında baslar. Bu evrede annenin duygusal dünyası, çocuğu isteyip  istememesi ve benzeri faktörler karnındaki çocuk üzerinde son derece etkili olurlar.  Bu evrede annenin mutsuzluğu, kızgınlığı, ruhsal durumu karnındaki çocuk üzerinde etkiye sahiptir. Annenin duyguları vücudundaki hormonlar yolu ile karnındaki çocuğa geçerler. Bu bakımdan anne çocuğu daha karnında iken etkilemeye baslar.
Çocuk doğduktan sonra ise bu etkilesim artarak devam eder. Karşılıklı ana baba çocuk etkileşimi çocuk gelişiminin kilit özelliklerindendir. Ana babanın katılması, ana babanın kendine yardım edebilme yetenekleri ve çocuk yetistirme stilleri, ana baba ve çocuk etkilesimlerini etkileyen ve erken dönemdeki gelismeye, okula geçise ve çocuğun gelecekteki verimine katkıda bulunan faktörlerdir.

Sağlıksız ailenin temelinde birbirleriyle anlaşamayan, aralarında iyi bir iletişim ve etkileşim kuramamış olan eşler bulunur. Bu doyumsuzluklar çesitli patolojik davranıslara dönüserek gerek eşler arasında gerekse çocuklarda bazı bozulmalara yol açabilmektedir. Ancak ailenin sağlıklı ve sağlıksız olmasında, dış uyaranların etkisi  de göz önüne alınmalıdır. Aile içinde veya dışında,  hastalık, ölüm, işsizlik gibi meydana gelen bazı olayların geçici de olsa, aile fonksiyonlarında birtakım bozulmalara sebebiyet verdiği kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Aile grubu içinde rol alan kişilerin eksilmesi ve ilavesi, kisilerin yasamlarında esas olan rollerde değisiklik olması veya kendilerine uygun olmayan bir role geçmek zorunda kalmaları bazı sorun odakları yaratarak, sağlıksız davranışları arttırabilir.

Sağlıklı anne çocuk ilişkisinin oluşumunda annenin ruh sağlığı büyük önem tasımaktadır. Mutsuz bir evlilik sonucu, annenin esinden yeterli ilgi görememesi, ailenin ekonomik sıkıntıları, babanın, çocuğun doğumunu isteksiz bir sekilde karşılaması, annenin gerginliğini artıran, dolayısıyla anne çocuk ilişkisini zedeleyen etmenlerdir

Baba – Çocuk ilişkisi:
Baba olma kavramını değisime uğratan ve babanın çocuğun eğitimindeki rolüne ilginin artmasına yol açan pek çok etken vardır. Bunlar; politik, sosyal, ekonomik alandaki değisimlerin kadın-erkek rollerini etkilemesi, çalısan anne sayısının artması, kadının tam gün dısarıda çalısması bu etkenler arasında gösterilebilir.
Babalık eşin gebe olduğunu anlaşıldığı anda başlar. Erkekler baba kimliğini, hamilelik ile baslayıp doğum sonrası devam eden üç yıllık süreçte edinerek gelistirirler. Babanın çocuğuyla hemen bağ
kurması önemlidir. Çünkü çocuğun ilk beş yıllık yasantısı, ömrünün en önemli yıllarıdır.

Anne -Çocuk ilişkisi Çocuğun doğumundan önce bütün yükün annede olması ve doğumdan sonra da ağırlıklı olarak annenin sorumluluk taşıması nedeniyle çocuğun yetiştirilmesinde annenin görevi büyük önem arz etmektedir.
Hayatın ilk yılında bebeğin psiko-sosyal görevi, güvenmeyi öğrenmektir. Bebek ile annesi arasındaki iliskiden doğan güven duygusu, insanın ileride kuracağı kisiler arası iliskilerin temelini oluşturur. Bebeğin ihtiyaçlarına annenin yerinde ve zamanında yönelebilmesi, onun sıkıntılarını giderebilmesi, sözsüz dilini anlayabilmesi anneyle bebek arasında kurulan karsılıklı anlayış ve güvenin temelini
olusturur.
Annenin çocukla iliskisinin en önemli evresi, doğumdan hemen önce baslayıp, doğumdan sonraki aylarda süregelen iliskidir. Burada annenin basta eşinin desteği olmak üzere toplumca destek ve yardıma ihtiyacı vardır. Anne çocuk iliskisinde fiziksel temas büyük önem tasır. Annenin beden kokusu, ısısı, çocuğu alış biçimi bu iletisimde çok önemlidir. Özellikle 0-3 yaş arasında olması gereken bu yakın iliskinin gerçeklesmemesi, gelecekte görülebilen birtakım davranış bozukluklarının sebebi olarak gösterilmektedir. Yine bu dönemde annenin yokluğundan kaynaklanan “duygusal yoksunluk”, gerek zihinsel gerek duygusal ve sosyal gelisim gerilemesine ve gecikmesine neden olabilmektedir.

16 Şubat 2012 Perşembe

Evlilik Yaşı ve Zamanı

Gelişen Dünya da toplumumuz sürekli ve çok hızlı olduğunu düşündüğümüz bir gelişim içinde yer almaktadır. Bu süreçte ilerleyen teknoloji kültür ve yaşam kriterleri gibi imkânlar beraberinde çeşitli süreçleri etkilemektedir. Bu süreçlerin kimisi çok hızlanırken kimisini de toplumun normlarının değiştirerek gecikmektedir. Bu değişen ve geciken süreçlerden biri evlilik ve evlenme yaşıdır.
Evlilik normal koşullarda, bir ev geçindirebilecek güçte iki gencin hayatını gerçekleştirmesidir. Evlilik etkileyen çeşitli koşullar vardır. Son yapılan araştırmalar evlilik yaşının büyüdüğünü göstermektedir. Bu durumun öncelikli sebeplerinden biri bilgi çağında yaşamakta olduğumuzdan her iki cinsinde uygun eş ölçütlerindeki değişimdir. Uygun eş ölçütü her kişi için farklıdır. Ancak yapılan araştırmalar genel olarak erkekler için evlenilecek eşte aranılan özelliklerin sırasıyla şöyle olduğunu göstermektedir. İyi huylu olması, Güzellik ve aynı dünya görüşünü paylaşıyor olması, İyi bir aileden olması ve tahsilli olması, Dindar olması, İyi bir meslek sahibi olması ve zengin olması ve İş sahibi olmasıdır. Kızlar için evlenilecek eşte aranılacak özellikler ise sırasıyla şöyledir. İyi huylu olması, Benimle aynı dünya görüşünü paylaşıyor olması, Tahsilli olması, İyi bir meslek sahibi olması ve iyi bir aileden olması, İş sahibi olması ve yakışıklı olması, Dindar olması, Askerliğini yapmış olması ve zengin olmasıdır. Her iki cinsinde ortak kriterlere sahip olmasına rağmen bu kriterlerin hepsinin bir arada olmasını istemesinden dolayı evlilik zamanı gerilemektedir. Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte sosyal medya çok hızlı biçimde kişilerin yeni insanlar ile tanışmalarına sebep olmakta ve bu kadar seçeneğin içinden kafası karışmış durumda olan kişinin seçimleri sırasında aklını daha fazla  karıştırmaktadır. Bu durum zaman kaybına, işin içinden çıkılamamasına ve haliyle evlilik yaşının
büyümesine sebep olmaktadır.
Başka bir sebep iki kişinin son zamanlarda gelişen özgürlüklerin kısıtlanacağı düşüncesinin içerisinde ikili yaşam şartlarına hazır olmamaları ve evlendikleri zaman özgür yaşantılarının kısıtlanacağı endişesidir. Baktığımızda günümüzde toplumumuzdaki gençlerin arasında özgür hareket etme konusu son derece önemli bir yer tutmaktadır. Evlendiği zaman bekârken yapacaklarını yapamayacağı endişesi yâda her yaptığı her şeyin rapor verir gibi partnerine söyleme düşüncesi evlilik zamanına ket vurarak tarafların “şimdi hayatımı yaşıyorum. Evliliğe daha var. Bekârlık sultanlıktır” düşünceleriyle hareket etmelerine ve evlilik zamanının gecikmesine sebep olmaktadır.
Günümüz ekonomik şartların son derece çetin olduğu bu dönemde aile geçindirmek zor bir iş bu zorluk karşısında her iki cinste bu konuda geleceklerini garanti altına almadan evlenmemek istememektedir.
Son dönemlerde evliliklerin artması gibi boşanmalarında artması evlilik konusunda evlilik yaşını etkilemektedir. Boşanmalar evlilikler üzerinde çeşitli endişelere yol açmaktadır. Sosyal çevresinde ve aile içi fazla sayıda olan boşanma öyküleri kişiler üzerinde olumsuz etki yaratmakta ve evlilik üzerinde geciktirici bir etki yapmaktadır.
Özetle evlilik yaşı ve zamanı her geçen gün ilerlemekte ve toplum içinde bu değişim giderek yer edinmektedir. Bu durumu etkileyen çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerden bir kaçı yukarıda bahsedildiği gibi olmakla birlikte daha üzerine konuşulabilecek çok sayıda faktör bulunmaktadır. Konu hakkında yapılan yâda yapılacak araştırmalar evlilik yaşı ve zamanı hakkında
yeni ve güncel bilgileri gün ışığına çıkarmaktadır.
Saygılarımla
Alican KAYA
Uzman Psikolog

Çocuğun Başarısını Arttırmak

Aşağıda Çocuğunuzun Başarısını arttırmak için kullanılanabileceğiniz çşitli tavsiyeler bulunmaktadır.
1 – Sorumluluk duygusunu arttırmaya çalışın
2 – Yaşına uygun yapabileceği görevler verin
3 – Başarılı olmuş kişileri ona sevdirin ve örnek gösterin
4 - Kendine güvenmesini sağlayın
5 – Okul arkadaşları ile iyi ilişkiler kurmasını sağlayın
6 – Onda yapamayacağı şeyler istemeyin
7 – Onunla birlikte vakit geçirin kendini ifade etmesini sağlayın
8 – Onun okul başarılarını uygun bir şekilde ödüllendirin
9 – Ona her zaman cesaret verin ve konuşun
10 – Aile içi huzuru ve sevgi ortamını onun için hazırlayın
11 – Onun kapasitesinden daha fazla beklentilere girmeyin
12 – Uyku düzeninin bozulmamasını sağlayın
13 – Ders çalışırken belli aralarla dinlenmesini sağlayın
14 – Yaşıtları ve başkaları ile onu kıyaslamayın
15 – Onunla mümkün olduğu kadar nitelikli zaman geçirin
16 – Çok aşırı dres yapmasını sınırlayın

Çocuk Merkezli aileler

Çevremizde görüştüğümüz pek çok ailenin yaşadığı sorunlardan biri çocuğa sözdinletememektir. Oysa anne ya da baba birbirine sözünü dinletebilir, çok saygılı davranmaya özen gösterdikleri büyükanne ya da büyükbabalara da tatlılıkla söz dinletebilir, fakat küçük yumurcağa gelince bu konuda başarılı olamadıkları görülür. Bu konu, zamanla, onları hem sıkıntıya hem de türlü kaygılara sürükler. Çünkü evde bir tek onun istekleri geçerlidir. Anne – Baba çocuğun türlü sorunları dile getirilir, çözüm arayışları içinde ne yaparlarsa yapsınlar, bir türlü söz dinletemediklerinden söz edilir. Ayrıca, bir sözü de söylemeden edemedikleri görülür, “asıl hata bizde, biz de çok hatalıyız ama ne yapabiliriz?”. Bu söylediklerine hak vermemek mümkün müdür? Evet söylenenler doğrudur. Çünkü çevremizdekilere sözümüzü dinletirken ne yapacağımızı bilip tepkilerimizi ona göre sıraladığımız halde, çocuğumuza gelince bunu başaramayız. Bebek doğmadan öncesinden başlamak üzere bizler çevreden gelen uyarıları dinliyor ya da izliyoruz. Bir anne-babanın kucağındaki ya da elinden tuttuğu çocuğa hayran hayran bakıyoruz. Oysa biz ne kadar imrenirsek imrenelim, genel olarak çok beğendiğimiz çocuğun da yaşattığı türlü sıkıntılar olabileceği kesindir. Örneğin; yemek yememe, başkaları ile iyi geçinememe, kendi sorumlulukları olan şeyleri başkalarından bekleme, istediğini elde etmek için türlü yöntemlere başvurma, ilgi çekebilmek için yaratılan istenmeyen davranışlar gibi… Peki tüm bu istenmeyenleri çocuk kendiliğinden mi icat etmektedir? Asla!
Her çocuk çekirdek aile ortamında gözünü açar, anne-babasını ve daha sonra çevresindekileri örnek alır. Çocukların büyük bir saflık içinde dünyaya geldikleri yadsınamaz. Bu saflık onun hiçbir şey bilmediğindendir. Ona her şeyi öğretecek olan en güçlü etken anne-babasıdır, fakat öğrenme sürecinde tek şey bütün doğruların önünü keser. Duygusallığımız… Bebek artık bazı şeyleri yapabilecek duruma geldiği halde, duygusallığımızın tutsağı olarak hemen atılıp bizler yapmaya kalkışırız. Çünkü onun büyümekte olduğunu ve neyi ne zaman yapması gerektiğini bir türlü düşünemeyiz. Bize göre o hep bebektir. Üzülmesin, zorlanmasın diye bebekken yaptığımız gibi yiyecekleri ezerek vermeyi sürdürürüz. Gittiğimiz evdeki çocuk onu üzüyor diye ev ziyaretlerini azaltırız. Bir şey istediğinde, elde edebilmek için, hele hele ağlıyorsa adeta dünyamız yıkılır, ağlamaması için, gerekmeyenleri de gerçekleştiririz. Çünkü o emretmektedir, biz de yerine getirmekteyiz. Bu sayılanların hepsini belki yapmayabiliriz ama, ona hitap şeklimiz bile “bebeğim” değil midir? Aslında ona sorulduğunda bebekliği asla kabul etmediği halde, her nedense, ona “bebeğim” deriz. İstediklerimizi yaptırabilmek ya da bu konuda başarılı olabilmek içinneler yapabiliriz, bu konuda neler düşünebiliriz?
Gerek çocuk uzmanı doktorları, gerekse biz pedagog ve psikologların uyarıları,anne-babalara yol göstermektedir. Örneğin; bebek beslenmesinde, zamanı geldiğinde, yavaş yavaş katı gıdalara geçilmesi gerektiği belirtilince bazıailelerin bunlara kulak asmadığı, anne-baba duygusallığı ve evdeki deneyimli diğer büyüklerin etkisiyle çocuğa pütürsüz ve de yalnızca istediği şeylerden başkasını yedirmediği, evde bolca oyuncak varken yenilerinin sık sık alınmaması konusunda yapılan uyarıların tutulmadığı, anne ve babanın çocuğa yaptığı uyarıları diğerinin bozmaması konusunda öğütlenenlerin tersinin uygulandığı zaman çocuğun ev içi hakimliğini daha da pekiştirmiş oluruz. Bu gibi durumlarda çocuğun ikilemde kalması ile belirgin bir kalıp oluşturarak kendini kabullendirdiğinde, artık yapılacak şeyin, uzmandan tekrar yardım almaktan başka yolu kalmaz. Uzmanın öğütlerinin bir kısmı, işimize öyle geldiği için tutulmayınca yumurcak ev içinde tek sözü geçen birey olur.. Peki ev içinde neler yapılmalıdır?
Bebeklikten başlamak üzere, çocukların istedikleri, belki de tek şey, ilgi çekme isteğidir. Bu isteği benimsetebilmek için çocuk yavaş yavaş türlü yollar dener. Öyle bir zaman gelir ki, artık çocuğun isteyip de yaptıramayacağı pek bir şey kalmaz. İşte problem çocuk denen ve de bizlerin yarattığı bu yapıt karşısında ne yapacağımızı şaşırırız. Oysa bu durum belirmeden önce; isteklerin de bir sınırı olduğu ve bazıları yapıldığı gibi, bazılarının asla yapılamayacağını çocuğun kabullenmesi sağlanmalıdır. İstediğini elde edebilmek için ağlıyorsa, kendini yere atıyorsa, bağırıp çağırıyorsa, hatta vurmaya başvuruyorsa, tükürüyor ya da kötü söz söylüyorsa, istenmeyen davranışlarını yinelemekle bizi tehdit ediyorsa, yapılacak şey, ortaya koymaya çalıştığı eylemi ile yalnız başına kalmasını sağlayabilmektir. Bunu yaparken, o anda yapmakta olduğumuz işimize devam edip, onunla asla ilgilenmemeliyiz. Çocuklar genel olarak engel olmak istediğimiz şeyleri yapmaktan çok hoşlanırlar. Yani “yapma!” dedikçe yaparlar. Ve küçük olmalarına karşın, bu durumda bizi çileden çıkarabilmenin yollarını ararlar ve sonunda da başarılı olurlar. İstediği bir şeyin alınıp alınmayacağına karar verenin ancak bizler olması gerektiğini kabul etmelidirler. Fakat bu konuda verdiğimiz kararlar kesin olmalıdır, verilen karardan asla dönülmemelidir. Çocuk bizlerin tutumuna alışmışken bir zaman sonrasında, elde etmenin yollarını bulmak için yine kendi yöntemlerini uygulamaya kalkışabilirse de, bizler ona karşı kesin tavırlarımızı sergileyip, ilgi çekme isteğini kırmak için uğraştığımız işi sürdürmeliyiz. Şimdi burada diyeceksiniz ki; çocuk sevilmediği duygusunu yaşamaz mı?
Çocuklar çok, hem de çok sevilmeye muhtaçtırlar. Onları sevmenin tek yolu kucağımıza alıp öpmekten başka şeyler de olabilir. Gözümüzün içi gülercesine bir bakış, yaptığı ya da başardığı bir şeyi takdir edici sözümüz, yapmaya başladığı bir işi becerebilmesi için onu yüreklendirici sözler, çok sık olmamak koşuluyla verilen bir armağan, elinden tutup alış-verişe, gezintiye götürmek, son olarak
da gerek anne, gerekse babanın (iş dönüşü ya da çocuğun yuvadan gelişi sırasında) evde onunla ilk karşılaştığında, ilk iş olarak, beraberce oyuncakları ile oyun oynanması çocuğun sevgiye olan gereksinimini karşılamaya yetecektir. İşte bu durumda bencilliği yani eve hakimiyeti öne çıkmadan bir şeyleri çevresindekilerle paylaşmanın mutluluğunu yaşayacaktır. Ve de “ille de benim istediğim olacak” fikrinden sıyrılmanın rahatlığını duyacaktır. Ev ise çocuk merkezlilikten, eşit paylaşımın rahatlığına erecektir.
Çocuklar, bizler gibi değil; gerektiği oranda, duygusallığımızın ağır basmayacağı, çok kararlı davranışlarımızı örnek alacağı, disiplin sınırlarını benimseyeceği, sorumluluklarını üstleneceği, karşısındakinin fikirlerine saygı duyacağı ortamlarda olgunlaşabilirler. Böyle yetişmiş bir çocuğun bulunduğu ortamda sıkıntılı bir durumdan söz etmek mümkün olur mu?. . .Yetiştirme kurallarına bizler uyduğumuz zaman, çocuk çok iyi yetişmiş olacaktır.
İyi Çalışmalar…
Alican Kaya
Uzman Psikolog

Panik atağın Belirtileri

Son bir-iki yıldır günlük yaşantıda adını sıkça duyduğumuz, basın ve medya yoluyla insanların tanıştığı bir anksiyete bozukluğudur.
Anksiyete bozukluklarında, kişiler yaşadıkları durumların tehlikeli olduklarına dair, düşünce ve imajlara sahiptirler. Ortamı ve kendilerini yanlış algılamaları ve yorumlamaları anksiyeteye sebep olmaktadır. Panik-atak litaratürde tek başına kodlanan bir bozukluk değildir. Genelde agorafobi ile (sokakta, kalabalık yerlerde, açık alanlarda tek başına kalamama) birlikte görülür. Aşağıda belirtilen semptomlardan dördünün veya daha fazlasının bir ay veya daha fazla süredir yaşanıyor olması gerekmektedir.
· ÇARPINTI
· TERLEME
· TİTREME
· NEFES DARLIĞI – BOĞULUYORMUŞ HİSSİ
· SOLUK KESİLMESİ
· GÖĞÜSTE SIKINTI – AĞRI
· BULANTI – KARIN AĞRISI
· BAŞ DÖNMESİ-BAYILACAKMIŞ HİSSİ
· ÖLÜM KORKUSU
· GERÇEK DIŞI DUYGULAR
· KONTROLÜNÜ KAYBETME KORKUSU
· KARINCALANMA – UYUŞMA
· ÜŞÜME-ÜRPERME-ATEŞ BASMASI
Yaşantıyı oldukça kısıtlayan, sorunu yaşayan kişilerin tekbaşlarına faaliyetlerini sürdürmelerini engelleyen bu bozukluk, doğru ve istikrarlı terapi sürecinden sonra kontrol altına alınabilir
Gelişimde Oyun ve Oyuncağın önemi
Oyunun, çocuğun gelişimi üzerindeki etkileri ne kadar önemliyse, aynı şekilde oyun materyalleri de çok önemlidir. Oyuncaklar, çocuğun seçme, değerlendirme duygusunu ve yaratıcılığını geliştirirken aynı zamanda da kendi kendine karar verebilme ve belirli alanlarda beceriler kazanmasına da olanaklar hazırlamaktadır.
Bu durumda bizler oyuncakları, “gelişim basamakları boyunca çocuğun hareketlerine düzen getiren zihinsel, bedensel ve psiko-sosyal gelişimlerinde yardımcı olan hayal gücünü ve yaratıcı yeteneklerini geliştiren tüm oyun malzemeleridir” şeklinde tanımlayabiliriz.
Çocuklar için büyük öneme sahip olan çeşitli boyutlar ve renklerdeki oyun malzemeleri aynı zamanda, çocukların oynarken hem eğlenmesine hem de renk, boyut, biçim, şekil gibi kavramları öğrenmelerine yardımcı olur. Çocuk arkadaşlarıyla birlikte oynarken paylaşmayı, beklemeyi, işbirliği yapmayı da öğrenebilir. Buna ilaveten çocuklar ellerine geçen oyuncakları bozarak, kırarak, parçaları ayırıp birleştirerek hem meraklarını giderir tatmin olurlar hem de objelerin özelliklerini inceler ve keşfederler.
Okulöncesi dönemde çocukların oyuncaklara ve oyun materyallerine karşı olan bu ilgilerinin yanı sıra, artan bir yaratıcılık, yetişkine benzeme ve taklit çabası da vardır. Bu noktada anne babaya düşen en büyük görev alıcı ve öğrenmeye hazır olan çocuğa uygun oyuncakların sunumudur.
Anne baba bu dönemde, çocuğun gelişim özelliklerine uygun, ihtiyaç duyduğu ortamı ve materyalleri sağlamaktan sorumludur. Bu dönemde, anne babalar tarafından üzerinde önemle durulması gereken bir başka konu da çocukların gelişimlerine katkısı olmayan pahalı ve süslü oyuncakların yerine yaşlarına ve gelişim düzeylerine uygun, uyarıcı ve düşündürücü oyuncakların tercih edilmesidir.
Yine bu dönemde yetişkinler çocuklarına gereğinden fazla oyuncak alarak, onların tüm gereksinimlerine cevap vereceklerine inanırlar. Önemli olan, oyuncağın çokluğunun değil, nitelikli olmasıdır.

Yaşlara göre Oyuncak tercihleri
 
  • 2-3 yaşından itibaren çocuklar çevrelerinde yaşadıkları günlük olayları dramatize etmeye başlarlar. Bu nedenle, bu dönemdeki çocuklar için en uygun oyuncaklar onların dramatik oyunlarında kullanabilecekleri değişik boyutlardaki bebekler, çeşitli kuklalar, oda takımları, mutfak malzemeleri, marangozluk, temizlik malzemeleri (kürek, süpürge), bahçe aletleri (çapa, tırmık, kürek), hayvan seti, ulaşım seti (tren yolu, köprü, demiryolu), doktor araç gereçleri, en uygun oyun malzemeleridir. Yine bu dönemde kum ve su çocukların en çok sevdikleri oyun malzemeleridir ve çocuklar bu yaşlarda, kovaya kum doldurup boşaltmaktan, kumu su ile karıştırıp harç yapmaktan çok büyük zevk duyarlar.
  • 3-4 yaşlarında çocukların motor gelişimlerinin artması ve hareketlerinin daha da düzenlenmesiyle çocuklar inip çıkmaktan, üç tekerlekli bisiklete binmekten ve tırmanmaktan çok hoşlanırlar. Bu dönemde sallanan at, pedallı araba, tekerlekli bisiklet, yük arabası ve salıncak seti en uygun oyun malzemelerindendir. Yine bu dönemde sökülüp takılabilen veya bozulup- yapılabilen oyuncaklarla, küçükten büyüğe doğru dizilebilen küpler, bloklar, inşaat malzemeleri çocuklar tarafından en çok tercih edilen ve sevilen oyun araçlarıdır.
  • 4-6 yaşlarında çocuklar açık hava oyunlarının yanı sıra masa başı faaliyetlerinden de büyük zevk alırlar. Boyama, kesme, yapıştırma, resim yapma, artık materyallerle şekiller yapma ve parçalı bilmeceleri birleştirmeyi çok severler. Bu dönemde çocukların algılama, hatırlama, parçalara ayırıp birleştirme, yanılma, düzeltme, yeni yorumlar ve çözümler getirme yetenekleri de gelişir.
  • Çocukların masa başı etkinliklerinde bloklar, kalemler, kağıtlar, boyalar, boya fırçaları, tutkal, makas, düğmeler, boncuklar ve ayrıca eşleştirmeli oyuncaklar, resimli dominolar, resimli tombalalar ve resimli küpler, yap-bozlar en sevilen oyuncaklar arasındadır.
  • 6 yaşında hayali oyunların en dorukta olması nedeniyle evcilik, bakkalcılık, doktorculuk oyunları ve bu döneme uygun bebekler, evcilik ve doktorculuk setleri, marangozluk aletleri, kuklalar, temizlik ve mutfak setleri, bahçe aletleri, hayvan setleri, dükkanlar çocuklar tarafından en fazla tercih edilen oyun malzemeleridir.
Bu dönemde çocukların top oynamak, ip atlamak, tırmanmak, yüzmek gibi bedensel hareketlerden ve açık hava oyunlarından çok fazla hoşlanmaları nedeniyle ip, top, ip merdiven, kızak, kayak ve paten gibi oyun malzemeleri tercih edilebilir.
Çocuğun okula başlamasıyla oyun ilgilerinde de bazı değişiklikler görülür. Bu dönemde okulöncesi dönemdeki oyun aktivitelerinin yanı sıra çocuklar mümkün olduğunca becerilerini ortaya çıkaracak dama, satranç, loto, basketbol, bisiklet, paten gibi oyunları ve oyun materyallerini; daha sonraki yaşlarda da sinema, tiyatro, televizyon izleme ve spor yapma gibi yetişkin aktivitelerini tercih ederler. Ayrıca okul dönemi çocukları değişik okuma materyallerinden de hoşlanırlar.

Eşyalarını Toplamayı Öğretemiyormusunuz?

Olumlu bir yaklaşımla en dağınıkçocuklara bile düzenli olmanın önemi öğretilebilir ve temiz ve tertipli olmaalışkanlığı kazandırılabilir…
Okul öncesi yaştaki çocuğunuzun eşyalarını, oyuncaklarını toplamamasından; giysilerini rastgele yerlerde bırakmasından, odasının aşırı dağınık olmasından mı şikâyetçisiniz? Eşyalarını toplamasını istediğinizde öfkeleniyor, sizi duymazdan geliyor veya konuyu değiştirmeye mi çalışıyor?
YAPMAMANIZ GEREKENLER
Sürekli olumsuz konuşma, söylenme ve tehditler çocuklara olumlu davranışları öğretme konusunda yararlı olmaz. Çocuğunuza derli toplu olmayı öğretmek istiyorsanız, bunları yapmamaya
özen göstermelisiniz:
  • Sürekli söylenmeyin Söylenme başladığında dinleme biter! Bunun yerine çocuğunuza bir seferde çıkarabileceği oyuncaklarının sayısının bir sınırı olduğunu yumuşakça belirtin. Bu sınıra ulaştığında bazılarını kaldırma zamanının geldiğini hatırlatın. Hatta toparlama işinin onu çok fazla meşgul etmemesi için yardım teklifinde bulunun.Ancak işin çoğunu onun yapmasına dikkat edin.
  • Negatif ifadeler kullanmayın “Ne kadar tembelsin”, “ne dağınık bir çocuksun” gibi olumsuz ifadeler kullanmayın. Bu tür sözler çocuklar için incitici olabilir ve kendisiyle ilgili olumsuz duygular beslemesine neden olabilir. Bunun yerine, çok oyuncağın olmasının heyecan verici olduğunu anladığınızı ancak bunlarla oynamaya devam edebilmesi için bir kısmını kaldırmasının gerekli olduğunu anlatın.
  • Oyuncakları atmakla tehdit etmeyin Toplamadığı oyuncakları atacağınız tehdidini savurmayın. Böyle bir tehditte bulunmanız halinde ya bunu gerçekten uygulamanız gerekir ya da disiplin konusunda inandırıcılığınızı yitiririsiniz. Bunun yerine bir “oyuncak mola kutusu” oluşturabilirsiniz. Kendisine hatırlattığınız halde toplamadığı oyuncakları bu “mola kutusuna” koyabilir ve önceden belirlemiş olduğunuz süre bitmeden bu oyuncakları almasına izin vermeyebilirsiniz.
YAPMANIZ GEREKENLER
Olumlu pekiştirme her zaman söylenme ve tehditlerden çok daha yararlı olur. Küçük çocuğunuzun toplama konusunda gönüllü olmasını sağlayabilecek bazı ipuçları:
  • Toplamayı oyun haline getirin Saati kurun ve çocuğunuzdan sürenin sonunda odasını toplamayı bitirmesini isteyin. Süre bitmeden toplarsa, kazanır! Teşvik edici olması için örneğin özel bir film izlemek, uykudan önce fazladan iki masal daha okumak gibi bir ödül de
    belirleyebilirsiniz.
  • İşi kolaylaştırın Örneğin bir seferde çıkarabileceği oyuncak sayısını sınırlayarak; odasına onun erişebileceği yükseklikte raflar ve açıp kapaması kolay oyuncak kutuları koyarak çocuğunuzun eşyalarını toparlamasını kolaylaştırın.
  • Çocuğunuzu evin toparlanmasına dahil edin Masayı toplamak, bulaşık makinesini boşaltmaya yardım etmek gibi görevler vererek, çocuğunuzun evinizin rutin toparlama işlerine dahil olmasını sağlayın.
  • Zaman verin Eşyalarını toplamasını 15 dakika önceden hatırlatmak çocuğun kendini buna
    hazırlamasına yardımcı olur.
  • Belirli ve net konuşun Çocuğunuza odasını toplamasını söylemek yerine, tam olarak neyi yapmasını istediğinizi söyleyin: Yerdeki giysileri topla, kitapları rafa koy, oyuncakları
    kutuya koy, gibi…
  • Çocuğunuzun derli toplu olmasını takdir edin Eşyalarını topladığında, özellikle de bunu kendisine hatırlatılmadan yaptığında çocuğunuzu takdir edin.

Diyet ve İnsan


Merhaba;

Bu makalemde “diyet ve kilo verme” konusunu kaleme almak istedim. Diyet ve Kilo verme konusunda gerek medya da gerek sosyal medya da gerekse insanlar arasında çok fazla teorik bilgi, uygulama yöntemi ve dedikodu var. Günümüzde beslenme uzmanları hariç kimse bu konu hakkında ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyor ve herkes bir yerden duyduğu diyetleri yada yöntemleri kendi üzerinde deneyip sonuç almak istiyor. Ama herkes bu denemelerin temelinde diyet Reçetesinin kişiye özgü olması gerektiğini hatırlamıyor. Bu makalede diyet ve diyet sürecinden bahsedip kişilerin diyet yaparken önlerine çıkan zorluklar ve kişilerin sıkça karşılaştıkları başarısızlıklar üzerine yazmaya çalışacağım.

    “Diyet süreci” genellikle bir insanın etrafından aldığı geribildirimler ve eş zamanlı olarak kilo alarak kendisini rahatsız hissettiğinde başlayan bir süreçtir. Bu sürecin başında kişi kendisinden büyük bir başarı umarak diyete başlar. Ancak ilerleyen zaman içinde karşılaştığı çeşitli sıkıntılar, nefsine hâkim olmama ve yaptığı bilişsel hatalar sayesinde sürecin eline ayağına bulaşan zor, yıpratıcı ve kişinin psikolojisini önemli ölçüde etkileyen uzun bir süreç haline gelir. Kişi bu sürecin içine girdiği ilk dakikadan itibaren kişi üzerine adeta kocaman bir ben diyetteyim tabelası asarve buna uygun davranmaya başlar. Bu tabela aslında kişinin geliştireceği savunma mekanizmalarının en büyüğüdür. Kişi bu evrede yemeğin gücünü küçümseyen bir tavır içine girer. Yemek yeme süreci ile ilgili direnci çok yüksektir. Kısacası tepeden tırnağa tüm önlemlerini almış olarak diyetine başlar. İlk aylarda kişi gerçekten çok iyi bir süreç geçirir. Yemek yeme düzenini sağlar. Spor yapma imkanı varsa spor yapar. Vücudunda belirgin değişiklikler görülmeye başlar. Ancak ilerleyen zaman dilimi içinde yediği yemek miktarı düşerken bu durumdan mutlu olmamaya başlar hele ki diyetin ilk aylarında çok hızlı miktarda verilen kilo miktarı ortalama iki yada üç ay sonunda minimum düzeye gelir. Bazı zamanlarda kişi hiç verememe durumuna dahi gelebilir. Bu durum karşısında kişi kendince başarısızlık yaşamaya başlamıştır ve bu durumdan mutlu olmamaya başlamıştır. Bütün yaptıklarına rağmen bir türlü kilo veremiyordur. O zaman diyet yapmasının ne anlamı vardır. Burada görüleceği üzere kişi kendi içsel motvasyonu kaybetmeye başlamıştır ve tekrar yakalayamamaktadır. İçsel motivasyonunu yakalayamayan kişi git gide etrafının da ona diyete ilgili olarak verdiği geri bildirimler düşmektedir. Kişi bu içsel motivasyonunun kaybı ve çevresinden istediği gibi gelmeyen geribildirimlerin etkisi sayesinde psikolojisi çökmeye başlar. Aynı zamanda kişi yemek yemediğinden dolayı daha sinirli agresif bir ruh durumu içine girmeye başlamıştır. Bu durum öylesine bir hal alır ki kişinin kendini sorgulayan ve kendisi hakkında olumsuz düşüncelere sahip olan biri olmaya başlar. Doğamız gereği bu içsel çatışmayı bitirmemiz ve mutlu olmamız gerekmektedir. Bu durumda insanın içindeki ilkel insan devreye girerek yeme dürtüsünün mutlu kişiyi mutlu ettiğini düşündürerek yemek yemesi için baskı yapmaya başlar. Bu süreden sonra kişi mutlu olmak için yemeye başlar ve sonunda kişi bir büyük bir umut içinde başladığı diyeti yarım bırakır ve normal yaşantısına geri döner. Diyeti bıraktıktan sonra kişi eski yaşantısına geri döner ve eskiden yaptığı yeme alışkanlığının şiddetini arttırarak daha fazla ve kalorili yemek yemeye başlar. Bu özgürlük düşüncesi sayesinde kişi zamanla diyet yaptığını unutur ve bu şekilde yaşamaya devam eder. Ancak bir yandan da yaşamı sürmektedir.  Kişinin hayatı Sürdükçe kişi kilosuna dikkat etmez sağlığında bozulmalar başlar etrafından yine kötü geribildirimler alır. Ama kişi mutlu olduğundan dolayı bununla barışık olduğunu, halinden memnun olduğunu gibi savunma mekanizmalarını devreye sokarak kilosu hakkındaki olumsuz düşünceleri kendinden uzak tutar. Ta ki Bir durumun onu etkilemesine kadar örneğin kişi alışveriş yapmak ve kendisine uygun beğendiği ürünleri almak için mağazalara girdiğinde satış temsilcisine beğendiği ürünü gösterir ve müşteri temsilcisinden istediği bedeni alıp soyunma kabininde istediği beden üzerine olmayıncaya kadar… bu gibi mini olaylar kişiyi yine diyetin eşiğine getirir bu sefer kişi  daha kararlı ve deneyimlidir. Bir önceki denemesinde yaptığı hataları yapmayacak erken teslim olmayacaktır. Ama yine kısır döngümüzün içine girer ve bu kısır döngü sürer gider.

Bunun içi ne yapabilirsiniz eğer diyet yapan kişi siz seniz mutlak suretle kendinizi bir diyetisyene teslim etmek zorundasınız. Diyetisyeniniz size uygun diyeti ayarlayacak ve öncelikle sizde yemek düzeninizde dahil olmak üzere yiyeceklerinizi düzenlemeniz gerekecektir. Burada diyetisyenin rolü çok önemli diyetisyen kolay ulaşılabilir ve sorduğunuz sorulara sizin anlayacağınız şekilde cevap vermelidir. Diyetisyeninize sık sık gitmelisiniz. Çünkü atacağınız her minik adım (zayıflama) görmeniz ve kendinizi motive etmeniz için gereklidir. Bunun yanısıra kafanıza takılanları uzmana sormanız hedefinize kolay ulaşmanız adına yol göstericiniz olacaktır. Kişisel motivasyonunuzu üst seviyede tutmanız gerekmektedir. Kişisel motivasyonunuz düştüğü için diyeti bırakıyorsunuz. Diyet yapan kişi başta çok hırslı ve azimlidir. Ancak zaman içinde bu azmi düşer bu durum yaklaşık diyete başlayalı 3-4 ay arasında meydana gelir kişi bu noktada diyette yapsa kilo veremez ilerleyemez duruma gelmektedir. Bu durumu aşması için kararlılıkla diyet reçetesinin üzerinde durmalı ve süreçte durmadan ilelemeli bir süre sonra bu döngü kırılacak ve kişi kaldığı yerden kilo vermeye devam edecektir.

Diyet yaparken çevrenizden alacağınız geri bildirimler ve etrafınızda size değer veren insanların çabalarını görmeniz gerekmektedir. Diyet zor bir süreçtir. heleki yemeği seven ve damak zevki gelişmiş kişilerin yeme alışkanlıklarını bozmaları zordur. Bu durumda eski yemek alışkanlıklarınızdan uzak duracak yeme biçiminizi değiştimeniz gerektiğinden arkadaşlarınız ve özellikle aileniz bu konuda sizin hevesinizi kırmamaya özen göstermeliler kısacası her taraftan destek almalısınız.

Tüm bu yukarıda bahsedilen durumlarda kalıyorsanız yapmak istiyor ancak başaramıyorsanız sizinde psikolojik destek almanız özellikle bilişsel davranışçı tedaviler ile uzman bir psikologtan destek almalısınız. Unutmayın bedeninizle geçireceğiniz bir ömrünüz var ona iyi bakmalısınız.

Sevgiler…

15 Şubat 2012 Çarşamba

Empati ve Çocuk
Empati” bir bireyin kendini başka bir insan yerine koyarak o insanın duygu vedüşüncelerini anlama çabasına manasına gelmektedir. Empati kurmak insanilişkilerinin en önemli özelliklerinden biri olduğu kadar insanların toplumiçinde birbirleri ile uyum içinde yaşayabilmelerini kolaylaştıran bir etkenolarak ta gösterilmektedir.
Birçok insan duygularını sözlerle anlatmaktan çok başka yollarla ifade etmeyi tercih eder. Başkalarının ne hissettiklerini anlayabilmek için öncelikle bu sözlü olmayan ifadeleri çözmekgerekmektedir. (Beden duruşu, yüz ifadesi, ses tonu ve bunun yanında daha birçok şey.)
Eğer birinin söylediğisözle beden duruşu veya yüz ifadesi uyuşmadığı hissine kapılırsanız, bu durumda ne söylendiğine ve ne şekilde söylediğine dikkat etmemiz gerekecektir. İletişim araştırmacılarına göre duygusal mesajlar %90 oranında sözlü olmayan ifadelerdir. Bu şekilde dışa vurulan duygular, ses tonundan anlaşılan korku hissi veya yüz ifadesinde kendini gösteren kızgınlık gibi, genellikle bilinçsizce algılanmaktadır. Bu mesajlar çoğunlukla “anlamazlıktan gelinerek” suskunlukla cevaplanır ya da ona göre hareket edilir. İnsanların gönderdiği mesajları algılayabilme becerisi sonradan öğrenilen bir durumdur.

Çocuğun empati kurmak konusunda oluşturacağı beceri, onun ahlak gelişimini geliştireceği gibi diğer insanlarla olan sosyal iletişimini de kolaylaştıracaktır. Bu nedenle ona empati kurma konusunda yardımcı olacak çeşitli eğitimler vermek ailenin görevlerinden biridir.
Yapılan araştırmalar sonucunda birçok uzman çocukların çok küçük yaştan itibaren empati kurabildiğini söylüyor ve bu durumun çocuklarda içgüdüsel olarak ortaya çıktığını belirtiyorlar. Bir bebeğin diğer bir bebeği ağlarken duyması ve kendisinin de ağlamaya başlaması, en erken görülen empati kurma örneği olarakadlandırılıyor. İki – üç yaşına gelen bir çocuğun ise üzgün ya da mutsuz birine kendi sevdiği bir eşyasını vererek onu mutlu etme çabası yine erken çocukluk döneminde görülen bir empati örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Neler Yapabilirsiniz?,
●Çocuğunuz size bir şeyler anlatırken ya da kendi duygularını sizinle paylaşırken onu mutlaka dinleyin. Bu davranışınız ona, sizin de karşıdaki kişilerin düşünce ve duygularına önem verdiğinizi anlatacaktır.
●Çocuğunuz sizinle bir sorununu paylaşırken asla konuyu değiştirmeyin ya da geçiştirmeyin. Bu durum çocuğunuzun size olan güvenini sarsacaktır.
●Çocuğunuza kitap okuyun (masal anlatın) ve okuma bittikten sonra kitaptaki karakterlerin duygu ve düşünceleri hakkında çocuğunuzla konuşun. Böylece karakterin duygu ve düşüncesini çocuğunuz ne kadar anlamış (paylaşmış) siz de fikir sahibi olursunuz.
●Televizyon izlerken de aynı aktiviteyi yapabilir ve izlenilen karakterin duygu ve düşünceleri hakkında çocuğunuzla konuşabilirsiniz.
●Kendi duygularınızı ve düşünceleriniz ona anlatmaya çalışın ve sizi anlamasına yardımcı olun. Örneğin çocuğunuz sizin çok uğraşarak hazırladığınız bir yemeyi yemeyerek dökmek istedi ve siz de bu duruma çok üzüldünüz, bu olay sonucunda ona kendi duygularınızı anlatmak için çocuğunuzun sevdiği bir şey ile durum arasında ilişki kurun ve ona duygularınızı bu ilişki üzerinden anlatmaya
çalışın. Çocuğunuza “sen Legolarla araba yaparken ne kadar çok uğraşıyorsun, ben de aynı şekilde yemek yaparken çok uğraşıyorum, ben senin yaptığım arabayı bozsam üzülürsün, ben de senin yapığım yemeği dökmene çok üzülürüm” diyerek durumu açıklayabilirsiniz. Bu aktivite özellikle küçük yaşlardaki çocukların empati kurma hakkında fikir sahibi olmaları için çok önemli bir role sahip.Çünkü çocuklar bu yaşlarda somut örnekler üzerinden soyut kavramları anlamaya yatkındırlar.
●Çocuğunuzun kardeşiyle yaptığı kavgalarda sorunu çözmek için birbirlerine duygularını ve düşüncelerini anlattırma yöntemini kullanabilirsiniz, çocuklarınız üzerindeki otoritenizle bu konuşmayı istediğiniz şekilde yönlendirebilme şansınız da var, unutmayın. Bu konuşma sonrasında kavganın ikisi içinde anlamsız ve sonuç vermeyen bir aktivite olduğunu anlatın
Alican KAYA
Uzman Psikolog